l o t u s

By castkiddin

2K 234 924

Lián Krallığı'nda, kehanetin başlangıcından bu yana geçen beş yüz yıldan sonra ilk kez, ejderha halktan birin... More

Tanıtım
|1|
|3|
|4|
|5|
|6|
|7|
|8|

|2|

258 38 292
By castkiddin

Kaç okuyucum olduğunu anlayabilmem adına yalnızca bu bölüm için okuyan herkes oylarsa çok sevinirim. Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi de bekliyor olacağım~

"Altın Kafesteki Ejderha"

"Onlar benim düşüşümü görmek istiyorlar."

ro ransom // see me fall

Pirinç şaraplarının beyaz damlaları, başkentin izbe sokaklarında ince bir yol çizip neşe dolu gürültülerin arasından geçip gittiğinde ejderhanın gidişinden birkaç saat sonrasıydı. Fıçıların biri gidip diğeri geliyor, halk bir türlü eğlenceye doymuyordu. Müşterilerin daha fazlasını istediklerini belli edercesine ahşap masaya vurdukları yumruklar karmaşık bir melodi yayıyordu etrafa. Ayyaş adamların savsak adımlarına alışkın olan taş yollar, o gece daha fazlasını taşımak zorundaydı. Zira en küçüğünden en büyüğüne kimsenin gözüne uyku girmemişti. Ejderha onlardan birini kral seçtiği için böbürlenen erkekler, buna rağmen endişeli ve havadise temkinli yaklaşan kadınlar, her şeyden bihaber yalnızca oyun peşinde olan çocuklar gezinip duruyordu dar sokaklarda. Lián ilk kez böylesi bir curcunaya şahitlik ediyordu.

"Ejderha Yixing'imizi kral seçtiğinde prenslerin yüz ifadesini görmeliydiniz!" dedi kalabalıktan bir adam. Karşı caddedeki pamukçu dükkanının sahibiydi. Küçücük tabureye zor sığdırdığı bedeni her hareketinde sallanıyor, kirli suratına rağmen her kelimesinde yüzünde parlak ve heyecanlı bir gülüş peyda oluyordu. Diğerleri kaba sesleriyle gülüştüler.

"Bizim Minha da az değilmiş." dedi bir başkası. İlkine tezat daha minyon tipliydi. İçkisinden bir yudum daha alıp sararmış dişlerini gözler önüne sererek konuştu. "Kaşla göz arası kraldan peydahlayıvermiş çocuğu. Biz de aşkını dillere destan sanırdık."

"Eee," dedi ilk adam, yine gürültülü bir ses tonuyla. "Bu işler böyle.. Hem fena mı etmiş, ejderha tak diye geldi buldu oğlanı. Şimdi altın tahtta oturuyor."

Yeniden gülüşmeler duyuldu. "Fena etmedi de kocasına üzülüyorum." diye mırıldandı diğeri. Üzüldüğü falan yoktu. "Minha'nın peşinde az koşturmadı o da."

"Ders alıp karılarınıza sahip çıkın işte." İri adam boğumlu parmakları arasında küçücük kalan bardağı yudumladı. "Yoksa Minha gibi kaşla göz arası sizinkini de düze-"

Suratına çarpan bastonla beraber lafı yarıda kesilip, zar zor denge kurduğu tabureyle birlikte devrildiğinde aniden sessizleşti kalabalık. Bastonun sahibi elindekini sakin bir tavırla yere indirip yerdeki yığına baktı acıyan gözlerle. "Kes sesini." diye mırıldandı. Sedir şapkasının arasından sıyrılan beyazlar düşmüş saçları ve huysuz ifadesiyle Ka Yee'nin babası Ryuiji'den başkası değildi. Etraflarına toplanmış adamlara baktı. "Bir daha rahmetlilerin arkasından ileri geri konuştuğunuzu duyarsam-"

"Ne yaparsın?" Yere devrilmiş olan dudağındaki kanı bir koluyla sildikten sonra doğruldu ve bastonlunun karşısına dikildi. "Hala kendini yirmi yaşlarındaki yenilmez komutan mı sanıyorsun, ihtiyar?" Bir bacağını işaret etti. "Hem de bu topal halinle..."

"Kurt kocayınca köpeğe gülünç olurmuş." diye mırıldandı adam, hafifçe gülümsedi. "Yine de endişe etme, hepinizi olmasa bile hala seni devirebilecek gücüm var. Hem... hiç düşünmez misin o çok sevdiğin (!) Yixing'in, annesi hakkında böyle konuştuğunu bilse seni sağ bırakır mı diye?"

Adamın yüzünden donuk bir ifade geçerken kalabalık da bir adım geriledi. "Dilersen beni öldürmeyi dene." dedi Ryuiji. "Her halükarda bu yeni kralımızın kulağına gittiğinde, anne babasının can dostlarının ölümünü hoş karşılamayacaktır."

"Baba!"

Ka Yee etraflarını sarmış birkaç adamı ittirerek ihtiyar adamın yanına ulaştığında derin derin nefesler alıyordu. Ryuiji'nin köşeye sıkıştığını görenlerden biri ona haber vermiş olmalıydı. Karşılarındaki şişko, tıknaz adama öldürücü bir bakış attı çenesini sıkarak, ancak bir şey demedi.

"Gidelim, evlat." diye mırıldandı adam. Ka Yee bakışlarını düşmanından çekti ve bıkkın bir nefesle başını salladı. Normal şartlarda herkes onun bu işi kavgasız sonlandırmayacağını bilirdi. Bu yüzden "Jisoo dışarıda bekliyor." dedi, babasının bakışlarına karşılık. İhtiyar adam anlayışla başını salladı, zaten onun isteği de oğlunun bu pisliklere bulaşması değildi.

"Çok yazık..." diye mırıldandı adamlardan biri, onların arkasından. Bu kez şişko olan değil, minyon tipli konuşuyordu. Arkadaşına nazaran daha zeki ve kurnazdı. Başkent onu çevirdiği üçkağıtlarla tanıyordu. "Oğlun da seninle aynı kaderi yaşıyor, Ryuiji."

Ne demek istediğini yalnızca ihtiyar komutan anlamış, duraksamıştı. Ka Yee bir an arkasını dönüp öfkeyle ona sataşacak olsa da buna izin vermedi ve bir eliyle oğlunu tuttu. Ka Yee isterse bu zayıf hamleden kurtulabilirdi, lakin babasının üzerindeki manevi gücü o tutuştan çok daha fazlaydı. İkisi de bunu biliyordu. Zihnine düşen endişeye rağmen, biraz da kapıda bekleyen Jisoo'yu düşünerek adımlarını sürdürdü.

"Ne işin vardı burada?" diye mırıldandı Ka Yee, dışarı çıktıklarında. Karşı kaldırımda bekleyen Jisoo ağır ağır onların yanına ilerledi. "Sen böyle kalabalıkları sevmezsin."

"Herkes ejderhanın derdine düşünce tenha olur diye içmeye geldim. Sonra bunlar akın edince de olayın aslını öğreneyim diye kaldım biraz da." Sıkıntıyla nefes verdi. "Yüzlerce insandan duysam da hala inandırıcı gelmiyor... Ejderha gerçekten de Yixing'i mi seçti?"

Jisoo başını salladı. "Gördüğümüz halde biz bile inanamıyoruz. Beş yüz yıllık gelenek bir anda darmadağın oldu." Sesi endişeliydi. Karanlık sokaklarda sessiz adımlarını sürdürürken Yixing'i düşünüyordu bir yandan da. Bir eliyle başını sıvazladı zihnindeki fısıltıların ağırlığına dayanamayarak. Soylular bu durumu gururlarına yediremeyip ona zarar verecekler diye ödü kopuyordu.

Bastonun sert tıkırtıları taşlarda ritim tutarken Ka Yee bir türlü kafasından atamadığı sese yenik düşerek babasına baktı. Sinsi herifin neyi kast ettiğini hala anlayamamıştı. "Neden kavga ettin onlarla?"

"Minha'nın kralla ilişkisi olduğunu düşünüyorlar." dedi Ryuiji istemsizce yeniden kaşlarını çatarak. Askerliğin yüzüne yapıştırdığı ciddiyet, kaşlarını çatmasıyla daha da korkunç bir hal alıyordu. "Yixing'in, Kral Zitao'nun oğlu olduğunu düşünüyorlar."

"Böyle düşünmeleri çok da şaşılacak bir şey değil." diye mırıldandı sonra, daha çok kendi kendine konuşur gibi. "Bu, ejderhanın neden Yixing'i seçtiğinin en mantıklı açıklaması gibi görünüyor lakin hadlerini aştılar. O pis zihniyetlerini dinlemeye katlanamadım."

Ka Yee endişeli gözlerle baktı babasına. Bir bacağının sakat kalmasına sebep olacak kadar ağır yaralı döndüğü savaştan sonra, en yakın iki dostunun vefat haberini alınca tamamen yıkılmıştı. Yıllarını orduya eğitmenlik yapıp geceleri içmekle heba ediyordu. O şerefsiz her ne dediyse canını epey sıkmış olmalıydı.

"Benim için endişelenmeyi bırak." diye mırıldandı huysuz adam, onun bakışlarına karşılık. Bastonuna sıkıca tutunup topallamayı sürdürürken gözlerini bir an için karanlık, tek bir yıldızdan bile yoksun gökyüzüne çevirdi. "İlla endişeleneceksen dostun için endişe et. Zira bu saatten sonra onun için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak."

Jisoo, adamın sözleriyle titrek bir nefes verirken gözlerini usulca yumdu ve Yixing'in canını bağışlamasını için yaratıcıya dua etti.

Aynı saatlerde, Lián'ın ihtişamlı sarayının geniş salonunda büyük bir sessizlik hakimdi. Saflar halinde sıralanmış iki düzine kadar bakan ve arkasındaki valiler ellerini önde birleştirmiş, başlarını öne eğmiş bekliyorlardı. Hanedan üyeleri ortalıkta yoktu, tören sonrası müsaade isteyip dağılmışlardı. Tüm bu insan kalabalığının saygıyla selamladığı Yixing ise gerginlikle bacağını sallayarak oturmayı sürdürüyordu altın işlemeli tahtta. Bir yanında rahip, diğer yanında Shinwa ve Nene vardı.

"Oppa..." diye mırıldandı Shinwa sabırsız bir bıkkınlıkla. İki kolunu tahtın kenarına yaslayıp Yixing'e doğru eğildiğinde, göz ucuyla küçük kıza bakan soylular tedirgince kıpırdandılar. Tüm bunlardan habersiz küçük kız ağabeyine biraz daha yaklaştı. "Çişim geldi benim."

Yixing kaşlarını kaldırarak önce kız kardeşine, sonra da kalabalığa baktı. Sıkıntılı bir nefes verip diğer yanındaki rahibe eğildi. Tören sonrası üzerine geçirilen işlemeli kaftanın büyük kollarını geri sıyırdı istemsiz bir hareketle.

"Bunlar neyi bekliyorlar rahip?" diye mırıldandı olabildiğince kısık bir sesle.

"Merhum Kral Zitao her gece onlarla sohbet edip ülkenin durumunu değerlendirir, ardından akşam yemeği için dağılmalarına müsaade ederdi efendim."

"Ne?" Rahibe doğru biraz daha eğildi ve daha kısık ancak daha öfkeli bir sesle konuştu. "Neden şimdi söylüyorsun bunu? Boş boş oturuyoruz iki saattir."

"Siz müsaade etmediğiniz sürece konuşma yetkim yok, efendim." diye mırıldandı genç rahip. Yanlış bir şey yaptığı düşüncesiyle iyice gerilirken alnından ter damlaları süzülüyordu. 

"Tanrım..." diye homurdandı Yixing. Bir an için gözlerini yumup açtı. "Bundan böyle bilmem gereken bir şey olduğunu düşündüğünde muhakkak bana haber et."

Rahip hızla başını salladı. "Emredersiniz efendim."

Yixing bezgin bakışlarını ondan çekip oturuşunu düzeltti ve gürültülü bir şekilde genzini temizledi. Hiçbir şey söylemesem burada sabaha kadar dikilecekler, diye mırıldandı içten içe. Bu delilik.

"Yalnızca bu akşam için, törenin epey vakit aldığını göz önünde bulundurarak durum değerlendirmesini yarın sabaha erteleyelim." Yeniden genzini temizledi, tahtın iki kenarına tutunan parmakları boğumlarına dek bembeyaz olmuştu. Belli etmemeye çalışsa da rahipten daha gergindi. "Şimdi çıkabilirsiniz, iyi akşamlar."

Salondaki herkes bir ağızdan "Majesteleri!" diye bağırarak eğildiler, ardından bunu yıllardır yaptıklarını göze vuran askeri bir düzen içerisinde, gruplar halinde çıktılar odadan. Geriye yalnızca kapının başında bekleyen iki asker kaldı.

Yixing derin bir nefes verirken rahibe döndü yeniden. "Hela nerede burada?"

"Al benden de o kadar..." diye mırıldandı Nene. Rahip ona göz ucuyla bakıp iç çekti, defalarca kez yeni kralın yanında müsaade almadan konuşmasının doğru olmadığını vurguladığı halde yaşlı kadın onu hiç dinlemiyordu.

"Odanızın arka tarafında sizin için hususi yapılmış bir tane var. Kız kardeşiniz içinse konuk odasındakilerden birini kullanması münasiptir."

"Gerek yok." dedi Yixing. "Benim odamdakine gidelim."

Shinwa'nın elini tutup ayaklandığında "Lakin efendim..." diye mırıldandı rahip telaşla. "Kralın odasına ondan başkası giremez." 

Yixing ona döndü tek kaşını kaldırarak. "Niyeymiş o?"

"Kralın hanedan içinde bile bir sürü düşmanı vardır, efendim. Hatta takdir edersiniz ki en tehlikelisi de onlardır. Bu yüzden de böyle bir yasak uygun görülmüştür."

Kız kardeşinin elini daha sıkı tutup salonun iki kanatlı kapısına doğru yürürken "Umurumda değil." diye mırıldandı Yixing. "İkisi de benim odamda kalacak." 

"Lakin efend-"

Kral bir an duraksayıp ona döndüğünde, bir kabahat işlediğinin bilinciyle dudaklarını birbirine bastırdı genç rahip. Yixing'in bakışları bir an için keskinleşmişti. 

"Beni kral olarak tanımıyorsan o odaya benim de girme hakkım yoktur, rahip. Lakin bu ülkenin kralı olduğuma inanıyorsan emrediyorum ki, ikisi de benimle kalacak."

Bir an için gözleri kralınkiyle buluşan rahip, hızlıca başını önüne eğdi ve "Emredersiniz, efendim." diye mırıldandı. Yixing hanedanın çok nadir girdiği bu salona, hem de devlet işlerinin konuşulacağı vakitte küçük bir kız çocuğuyla yaşlı bir kadını sokmuş, tören sonrası onları bulduğu andan itibaren yanından hiç ayırmamıştı. Kral Zitao'nun prensler dışında ailesindeki herkese olan umarsızlığını düşününce bu, rahibe epey tuhaf gelmişti.

İçerideki gergin sessizliği bölen hıçkırık sesi dikkatleri dağıtırken, Yixing göz ucuyla Nene'ye baktı. Yaşlı kadının sessiz sessiz ağladığını görmek herkesi afallatmıştı.

"Şuna baksana," diye mırıldandı Nene, bir eliyle Shinwa'yı dürtüp Yixing'i işaret ederek. "Nasıl da yakıştı kral olmak... Ben zaten biliyordum oğluşumun büyük adam olacağını."

"Ama Nene sen geçen hafta oppayı evden atmıştın aylak aylak geziyor diye."

"Sus kız." diye homurdandı Nene, ona ters bir bakış atarak. Yixing bıkkın bir nefes verip adımlarını ilerlettiğinde askerler kapıyı araladılar. Diğerleri de onu takip etti. 

Labirentten farksız koridorlardan geçtiler. Yol üzerinde gördükleri kim varsa herkes kenara çekilip onları selamlıyordu. Yixing defalarca kez kral olduğunu unutup onları selamlamaya kalkıştı. Neyse ki hiçbirinin durup da onunla göz teması kurma yetkisi yoktu. Hızla kendini toparlayıp rahibin gösterdiği yönden, mumlarla çevrili yollardan yürümeye devam etti. 

Sonunda, iki kanadı lotus işlemeli bir başka kapının önünde durduklarında askerler anında harekete geçip yolu açtılar. İçerisi az evvelki salon kadar olmasa da epey genişti. 

"Woah..." diye mırıldandı Shinwa, istemsizce koşturup iri gözleriyle odayı incelerken. "Burası bizim evden bile büyük." Etrafı tüllerle çevrili, üçünün de sığabileceği büyüklükte bir yatak, iki yanında işlemeli ahşap komodin, iki köşede birer tane kanepe ve yerde kocaman bir Türk halısı vardı. Odayla bağlantılı üç aralık kapıdan banyo, giysi odası ve çalışma odası görünüyordu. Hepsi ahşap işlemeliydi.

Yixing bir an için geriye baktığında rahibin kapının dibinde beklediğini ancak içeri girmediğini görmüştü. "Beğenmediğiniz bir şey varsa muhakkak bana iletin, efendim." diye mırıldandı genç adam. "Hemen değiştirteyim."

"Mühim değil." dedi Yixing başını iki yana sallayarak. "Fazla kalmayacağız zaten." 

En kısa zamanda yapılacak fesih toplantısını ima ettiğini anladığında sessiz kaldı rahip. O konuda endişeleri vardı lakin dile getirmekten çekiniyordu. Bunu başka bir zamana erteleyerek "Müsaadenizle aşçıların yanına gidip sizin için yemek hazırlatayım." diye mırıldandı. Yixing başını salladı, Shinwa da acıktığıyla ilgili yakınıp durmuştu kaç kez, bu iyi olurdu.

"Müsaade senindir."

Küçük bir selamlamanın ardından kapandı kapı. Yixing bakışlarını oradan çekip pencereye çevirdi. Banyodan Nene ve Shinwa'nın sesleri geliyordu. İç çekerek sürgüyü araladı ve gece esintisinin odaya dolmasına izin verdi. Rüzgar alnına düşen siyah tutamlar arasında dolaşıyor, gümüş küpesine çarpıyor ve boynunda hafif bir ürperti bırakarak solup gidiyordu. 

Yüreğini sarmalayan tüm o garip hisler arasından Jisoo'ya özlemi belirdi yeniden. Genç kızın sadece ona bakarken oluşan yumuşak ifadesi zihnine düşünce hafifçe gülümsedi. Tüm bunlar bittiğinde, eski hayatına döndüğünde yeniden, bir çınar ağacının dibinde oturup başından geçenleri ona anlattığını, onun tepkisini dinlediğini ve gülüştüklerini hayal etti. Nene evlerinin kapısından onlara çemkirecek, Ka Yee çimenlikte Shinwa'yı kovalayacaktı. Tek yapması gereken biraz daha sürdürmekti bu oyunu. Fesih toplantısı gerçekleşmeden önce halkın biraz olsun yatışması için en az bir hafta gerekiyordu. Prens Junmyeon böyle söylemişti.

"Ah! Kulağımı acıtıyorsun!"

"Yah, Kyungjam niye böyle yapıyorsun ki şimdi?"

Yixing kaşlarını çatarak aşağıdakilere baktı. Prens Kyungsoo, bir yanda Prens Baekhyun'un, diğer yanda Prens Jongdae'nin kulaklarını çekiştire çekiştire ilerliyordu bahçede. Loş ışıkların vurduğu yüzünde öfkeden çok bıkkınlık vardı.

"Bırak artık..." diye sızlandı Prens Jongdae. "İki yaşında çocuğum var benim. Babasını bu halde görse nimetim nasıl kahrolur düşünmüyor musun hiç?"

"Susun ikiniz de." dedi Kyungsoo. "Yaşınıza başınıza bakmadan kavga ederken düşünecektiniz onu."

"Ama Kyungjam o benim limonlarımın hepsini yedi!" 

"O da hanımın memleketinden gelen şarapları aşırdı!"

"Ben değildim o! Sehun'du!"

"Sen de işbirlikçisiydin işte!" Jongdae bir an duraksayıp Kyungsoo'ya baktı ve Baekhyun'u işaret ederek hararetli hararetli konuştu. "Mahzene indiğimde bu çoktan sızmıştı. Sehun da üzerime yürüyüp 'Oğlum, canım oğlum...' diye ağlayarak saçımı okşamaya başladı."

Baekhyun yeniden konuşacağı sıra Kyungsoo iç çekerek durdu ve kulaklarını daha çok çekiştirmeye başladı. Yixing ikisinin sızlanmasını seyrederken ufak bir gülüş kaçırdı dudaklarından. Bu, üç prensin onun varlığını fark etmesine sebep oldu. Bir an için donup kaldılar.

"Majesteleri..." diye mırıldandı Kyungsoo, iki kardeşinin kulağını çekiştirmeyi bırakıp saygıyla eğilerek. Jongdae ve Baekhyun da savsak hareketlerle taklit ettiler onu. "Rahatsızlık verdiğimiz için bağışlayın. Daha dikkatli olacağız."

"Sorun değil." dedi Yixing başını hızla iki yana sallayarak. Onunla birlikte sallanan tek kulağındaki gümüş küpesi ay ışığında parıldadı. "Lütfen yüzüme bakın."

Baekhyun ve Jongdae göz ucuyla Kyungsoo'ya baktılar, iki akılsız ne zaman alışık olmadıkları bir durumla karşılaşsalar böyle yaparlardı. Zira Kyungsoo onların aksine bu zamana dek hiç uygunsuz bir hamlede bulunmamıştı. Onun başını kaldırdığını görünce onu taklit ettiler sessizce. Bunu uygulamak o kadar da kolay değildi zira Zitao böyle bir şeye asla müsaade etmezdi. Çekingen bakışlar her ne kadar Yixing'e çevrilse de her an ondan çekilmeye hazırdılar.

"Muhabbetinize kulak misafiri oldum. Bir çocuğun mu var, Prens Jongdae?"

"Evet, Majesteleri." Bir anda gözleri parlarken istemsizce gülümsedi Jongdae. "Bir kızım var."

"Adı ne?"

"Efendim?" Bir an kaşlarını kaldırıp şaşkınlıkla Yixing'e baktı genç adam. Baekhyun, Kyungsoo'nun arkasından elini uzatıp onu dürttü ve "Kızının adını soruyor." diye mırıldandı kısık bir sesle.

"Aeri, Majestleri."

"Aeri..." diye mırıldandı Yixing düşünceli bir ifadeyle. Yeniden Jongdae'ye döndü. "Kız kardeşim için isim ararken çok çaba sarf etmiştim lakin bu ismi ilk kez duyuyorum. Bir anlamı var mı?"

"Aslına bakarsanız ismi koyan Baekhyun'du." dedi Jongdae, göz ucuyla kardeşine bakarak. Baekhyun bakışlarını ona çevirmese de hafifçe gülümsedi. "Kyungsoo'nun astronomi kitaplarını kurcalarken görmüş."

"Bir yıldız adı." diye tamamladı Kyungsoo onu. Jongdae başını sallarken bir an sırıtmadan edemedi.

"Yeğenime isim bulacağım diye kütüphanedeki tüm kitapları dökünce Kyungsoo onu-"

Ayağında hissettiği sızıyla sözlerini yarıda bölmek zorunda kalırken Kyungsoo'nun iri gözleriyle karşı karşıya geldi ve dudaklarını birbirine bastırdı. Yixing hafifçe güldü onları izlerken. 

"Çok güzel bir isimmiş." diye mırıldandı. "Vakit geç oldu, ben sizi daha fazla oyalamayayım."

"Hayırlı geceler, Majesteleri." Kyungsoo'nun eğilmesiyle birlikte iki şaşkın da ona eşlik etti. Başka bir şey söylemeden ağır adımlarla ilerlemeye başladılar bahçedeki taşlı yolda. Çok kısa bir zaman sonra genç kralın sesi yeniden duyuldu.

"Prens Jongdae!"

Üçü de eş zamanlı olarak geri döndüğünde "Müsait bir vakitte Aeri ile tanışmayı çok isterim." dedi Yixing. Gamzelerini göz önüne sererek gülümsedi. "Tabi sen de uygun görürsen."

Jongdae bir an donup kalırken, Baekhyun'un dürtmesiyle kendine geldi ve "Elbette, efendim." dedi hafifçe eğilerek. Yixing başka bir şey söyleyemeden odadan gelen seslerle dikkati dağıldı. Son kez üç prense bakıp el salladıktan sonra çekildi camdan.

"Bize mi el salladı o?" dedi Baekhyun şaşkınlıkla sırıtırken. "Yeni kral işi düşündüğümden de eğlenceli olacak."

"Zevzeklik etme." diye mırıldandı Kyungsoo. "Başımıza bela açacaksın gece gece. Gidelim."

Onları takip eden Jongdae az öncekine nazaran epey sessizdi. Hemen ötedeki prenslerin kaldığı iki katlı yapının önüne gelene kadar tek bir kelime bile etmedi. Ardından, iki kardeşi içeri girmeye yeltendiğinde "Siz önden gidin." diye mırıldandı zor duyulur bir sesle. "Ben birazdan geleceğim."

Daha fazlasını sormaya yeltenen Baekhyun'u Kyungsoo durdurdu. "Bırak gitsin." dedi uzaklaşan kardeşini izlerken. "Anıt evine gidecek."

"Nereden biliyorsun Kyungjam?"

"Babasına söyleyecekleri var çünkü." diye mırıldandı bilge prens. "Yeni kral istemeden onun bir şeyi fark etmesine sebep oldu."

Baekhyun kaşlarını kaldırdı. "Neyi?"

Kyungsoo iç çekti. "Kralların da baba olabileceğini..."

Tıpkı bilge prensin tahmin ettiği gibi Jongdae gerçekten de anıt evine gitmişti. Sarayın diğer yapılarını düşününce küçük sayılabilecek bir odadan ibaretti burası. Duvarlar Lián atalarının portreleriyle kaplıydı. Sonuncusu tam karşıda, mumlarla döşeli bir çemberin ortasındaki kürsünün üzerinde duruyordu. Kral Zitao sert, savaşçı mizacı ve her daim öfkeyle parıldayan gözlerle oğluna bakıyordu şimdi.

"Kız çocuğu, ha?" 

Yaşlı adam acıyan bir ifadeyle beşikteki bebeğe baktı gülümserken. "Tıpkı annesi gibi, yıllar sonra elin adamlarının birinden gizli kapaklı çocuk peydahlamaktan başka işe yaramayacak aptal bir kız çocuğu..."

"Baba!"

Zitao sert bir hareketle oğluna döndü bu kez. Jongdae bir eliyle yatakta uzanan kadının elini tutmayı sürdürürken ona ilk kez karşı duruyordu. Öfkeyle sıktı dişlerini.

"Beni bunun için mi çağırdın?" dedi kral, acıyan parıltıları bir an olsun gözünden silmeden. "Bu rezaleti göstermek için mi? Sana inanmıştım Jongdae... Bir an olsun bana erkek torun vereceğinize inanmıştım. Öyle olsaydı eğer tüm günahlarının üstünü örtebilirdim."

"O benim kızım." diye fısıldadı Jongdae, dolu gözlerle babasını süzdü. "O senin torunun... Nasıl böyle acımasız olabilirsin?"

"Tahta geçemez." dedi yaşlı adam. "Savaşamaz. Soyumu sürdüremez." Sımsıkı tuttuğu bastonunu yere vura vura odanın dışına ilerlerken "Torunum olmasının bir önemi yok..." diye sürdürdü konuşmasını. "O işe yaramaz bir yaratık sadece. Tıpkı... babası gibi."

Jongdae iki yanı mumlarla çevrili yolda ağır ağır yürürken kızaran gözlerine hiddetlenerek yumruklarını sıktı. Üstesinden geldiği tüm zorluklar ağır ağır gün yüzüne çıkıyor, zihnini saran yanardağ büyük bir patlamaya hazırlanıyordu şimdi. Bağırmak istedi. Tüm hüznünü, tüm öfkesini ve tüm acısını kusmak istedi babasının üzerine. Onu en çok deli edense artık bunların hiçbir anlamı olmayışıydı. Zira Zitao, Jongdae'nin ona zarar veremeyeceği bir yerdeydi artık. Cehennemin en dibindeydi.

Mumlarla sınırlı yolun sonuna geldiğinde, ayalarını acıtacak kadar kuvvetli sıktığı yumruklarını serbest bıraktı. Gözlerini ağır ağır tabloda dolaştırdı ve "Onun adı Aeri, baba." dedi içinde kopan fırtınaya tezat epey sakin ve net bir sesle. "Kızımın adı Aeri." Bakışlarını aşağılara eğip yerdeki beyaz mumlardan çembere baktı. Ayağının ucuyla bir tanesini ittirip kürsüye doğru yıktı ve yere sıçrayan alevleri seyretti kısa bir süre. Ardından yine babasına döndü. Yüzünde acı bir tebessüm, gözlerinde hayal kırıklığı vardı. "Ama sen bunu hiç sormadın."

***

Yixing önündeki bir düzine insanı doyurabilecek kadar dolu olan masaya ve rahibin yanındaki beş adama baktı şaşkınlıkla. Her birinin elinde bir sürü kaşık vardı.

"Bunlar sarayımızdaki çeşnicibaşıları, efendim." dedi rahip, adamları göstererek. "Zehir katılması ihtimaline karşı yemeklerinizi tadacaklar. Merhum kral Zitao'nun karaciğer hastalığı sebebiyle üçü karaciğer hastalığından muzdarip. Uygun görürseniz yarın sabah, saray hekimimiz döndüğünde sizin tetkiklerinizi yaptırıp yenilerini seçeriz."

Yixing başını sallamakla yetindi. Beş çeşnicibaşı sırayla selam verip yemekleri tatmaya koyulurlarken genç adam tüm bu resmiyet ve prosedürlerin ne kadar can sıkıcı olduğunu düşünüyordu. Sürekli onu izleyen ve yargılayan gözler, ona ne yapması gerektiğini söyleyen insanlar, beklentiler, umutlar... En fazla bir hafta bu oyunu sürdürecek de olsa omuzlarında sorumluluğun ağır yükünü hissedebiliyordu. Tüm hayatını kralın eksiklerini açığa vurup ejderha efsanesini küçümseyerek geçiren biri olduğunu anımsayınca acıyla gülümsedi.

"Sorun yok gibi görünüyor, Majesteleri." dedi sonuncu adam. Yixing daldığı düşüncelerden bir an sıyrılıp kısa bir teşekkür mırıldandı. Ardından yemeğe başlamadan önce, onlar odadan çıkana kadar bekledi.

"Biraz daha sürseydi ölecektim açlıktan." diye homurdandı Nene, kapı kapandığında. Hevesle kaşığını alırken bir an endişeyle Yixing'e döndü. "Eyvahlar olsun, sebze çorbasını masanın üzerinde unuttum. Biz eve dönene kadar kötü olur şimdi o."

"Nene..." dedi Shinwa bıkkınlıkla. "Sahiden evdeki sebze çorbasını mı düşünüyorsun şimdi?"

"İsraf olur kuzum. Evin bereketi kaçar sonra." Yaşlı kadın masanın başında oturan torununa baktı. "Yah, senin şu zilliye haber et alsın evden yemeği."

Yixing göz ucuyla Nene'ye döndü. "Sevdiğim kadına zilli demeyi keser misin artık? Ayrıca olmaz, Jisoo'ya haber edemem. Birazdan rahibe tembihlerim birini gönderir."

"Aman, incileri dökülür sonra..." diye homurdandı yaşlı kadın. Yixing ona cevap vermek yerine yemek yemeye koyuldu. Yalnızca bir haftalık bir oyun dahi olsa her kralın olduğu gibi onun da düşmanları olacaktı. Genç adam Nene ve Shinwa için bile endişeliyken Jisoo'yu da hiçbir şekilde bu ahvalin içine çekmek istemiyordu. 

"Woah..." Küçük kız önündeki gümüş fincana parlayan gözlerle bakarken "Bu şerbeti çok sevdim!" dedi heyecanla. Yemeğin sonuna gelmişlerdi. Üçü de tıka basa doluydu. "Yarın okula giderken arkadaşlarıma da götürebilir miyim, oppa?"

"Fesih toplantısına kadar ikiniz de yanımdan ayrılmazsanız daha iyi olur." diye mırıldandı Yixing. "Ama yarın aşçıbaşıyla konuşup şerbetin tarifini öğrenirim, eve gidince yaparız."

Küçük kız dudaklarını büzdü. "Ama ben prenses oldum diye okuldakilere hava atacaktım..."

Genç adam hafifçe gülümserken bir eliyle kız kardeşinin başını okşadı. "Sen her zaman prensessin."

"Laflara bak." diye homurdandı Nene. "O zilliye de söylüyor musun aynısını?"

Yixing ona dönüp bezgince konuşacağı sırada hızla çalınan kapı, içerideki atışmayı yarıda kesti ve hemen peşinden rahibin sesi duyuldu.

"Verdiğim rahatsızlığı mazur görün lakin acil bir durum var, Majesteleri."

"İçeri gel, rahip." 

Kapı gürültüyle açıldı, rahip telaşlı adımlarla içeri girdi ve eğilip genç kralı selamladı.

"Anıt evinde yangın çıkmış efendim. Askerler şu an müdahale ediyorlar."

Yixing hızla masadan kalkarken "Yaralanan var mı?" diye sordu. Rahip başını iki yana salladı. 

"Şimdilik yok gibi görünüyor, efendim. Lakin yangın henüz kontrol altına alınamadığı için emin olamıyoruz."

Onu dinlerken bir yandan yatağın üzerine bıraktığı kaftanı giydi Yixing. Nene'yle Shinwa'ya odadan çıkmamalarını tembihleyip bahçenin pencereyi gören tarafına iki muhafız daha yerleştirilmesini emretti. Kısa süre içinde rahibi de peşine takıp ortadan kaybolduğunda, yaşlı kadın ve küçük kız arkasından bakakalmışlardı.

Alevlerin gökyüzünü saran kara dumanları, daha anıt evine varmadan bile görülüyordu. Taç takma töreninin hemen sonrasında Yixing de prenslerle birlikte oraya gidip merhum krala saygı gösterisinde bulunduğundan az çok hatırlıyordu nasıl bir yer olduğunu. Sarayın geniş serasının hemen arka tarafında, ahşap bir odadan ibaretti. İçeride biri yoksa yanması büyük bir hezimete yol açmazdı lakin arka tarafındaki seraya sıçramışsa durum epey vahimleşirdi.

Vaka yerine vardığında, dört prensin ve hanedan üyelerinden bazılarının da orada olduğunu gördü. Bir yığın asker dönüşümlü olarak kuyudan su taşıyor, Prens Chanyeol onları daha hızlı olmaları konusunda azarlıyordu. Rahiple birlikte peşinden gelen asker, kralın gelişini gür bir sesle duyurunca herkes onlara döndü ve Yixing'i selamladı.

"İşinize devam edin!" dedi Yixing, sesini duyurmak için bağırarak. Askerler yeniden su taşımaya dönerken Prens Chanyeol memnuniyetsiz bir suratla birkaç adım geriledi ve ona olaya müdahale edebileceği kadar alan açtı.

"İçeride birileri var mı?"

"Seslendik ancak yanıt veren olmuyor." dedi Chanyeol. 

"Varsa da bayılmış olabilir." Yixing sıkıntıyla iç çekti ve anıt evinin arka tarafına dolaştı. Neyse ki alevler henüz seraya sıçramamıştı. Tören sonrası alelacele üzerine geçirilen kaftanı çıkarıp rahibe uzattı. Kazağının kollarını geri sıvadı ve Chanyeol'e döndü. "Ordunun baş komutanı sensin, değil mi?" 

Chanyeol her daim gözlerinde yer edinen şüpheli ve birazda cüretkar ifadesiyle ona bakıyordu. "Evet." dedi meydan okur bir sesle.

"O halde askerleri dörde böl. Her duvarın önünde bir birlik bulunacak. Özellikle arka duvarın yıkılmasını muhakkak engellemek zorundayız."

"İçeride hala kurtarılabilecek eşyalar var, Majesteleri." dedi genç adam, son kelimeye vurgu yaparak. "Ön kapıya bir birlik yetersiz gelir."

"Arka duvar yıkılırsa alevler tez zamanda seraya, oradan da ahıra sıçrar." Yixing kaşlarını çattı, ilk kez saraydaki biri ona karşı geliyordu. "Atlar telef olmadan askerlere haber et, komutan."

Chanyeol sinirle dişlerini sıktı. "Orada babamın eşyaları var! En azından birlikleri ikiye bölersek bazılarını kurtarabiliriz."

"İnan bana bu gördüğüm ilk yangın değil, komutan." dedi Yixing, hem gürültüden hem de yavaş yavaş nükseden öfkeden dolayı yüksek bir sesle. "Diğer iki pencereyi kapatmamız imkansız, çok yüksekteler ve mandalı iç tarafta. Onları boş bırakırsak da alevlerin hızını kesemeyiz. Yapabileceğimizin en iyisi bu ve derhal emirlerime uymazsan, seni görevden almak mecburiyetinde kalacağım." Sert bir tavırla bitirdiği sözler, içeride parçalanan tahtaların acı sesiyle sonlandığında komutan her an yumruk atmaya hazır bir ifadeyle onu seyrediyordu.

"Chanyeol!" 

Hızlı adımlarla onlara yaklaşan Prens Kyungsoo'nun sesi duyulduğunda ikisi de o yana döndüler. "İçerisi hava aldığı sürece alevleri söndürmek zor olacaktır. Ve ahıra sıçramasına da izin veremeyiz." Ciddi bir suratla kardeşine baktı bilge prens. "Majesteleri ne diyorsa onu yap."

Hemen arkasında duran Prens Jongdae de ona destek çıkar gibi başını salladığında Chanyeol kıpkırmızı bir suratla askerlere döndü ve epey öfkeli bir sesle komutları vermeye başladı. Kısa zamanda anıt evinin dört tarafı sarılmıştı. 

Yixing bir an için Kyungsoo'ya baktı. "Teşekkürler."

"Teşekküre lüzum yok, Majesteleri." dedi bilge prens, iki elini sırtında birleştirip alevleri izleyerek. "Ben taraf tutmam. Yalnızca olması gerekeni söylerim."

Yixing hafifçe gülümsedi. Bir an için Kyungsoo'ya baktı ve onun yanından ayrılmadan hemen önce, belli belirsiz duyabileceği bir sesle mırıldandı. "İşte bu yüzden teşekkürler."

Genç kral rahibin yanına ulaşıp bir şeyler tembihlediğini gösteren ciddi bir suratla konuşmaya başladığında, onu seyreden Kyungsoo bakışlarını çekti ve diğer yandaki kardeşine döndü. Prens Jongdae mahcup bir ifadeyle boşluğa bakıyordu.

"Hazırım." dedi bakışlarını boşluktan çekmeden. "Şimdi azarlayabilirsin."

Bilge prens yüzünü yeniden yangına çevirirken bıkkın bir nefes verdi ve peşinden gülümsedi buna tezat. "Bir dahaki sefere seraya sıçramayacağından emin ol."

***

"Yangın, anıt evinin her bir yanını sarmıştı. Odun çıtırtıları, insanların bağrışmaları, taşınan kova kova suların gürültüleri kulakları sağır edecek cinstendi. Bir yandan Chanyeol'ün komutasındaki dört birlik kuyudan su çekip sırayla birbirlerine ulaştırıyordu. Öte yandan Majesteleri'nin emriyle sekiz asker ikişer ikişer dağılmış, ellerindeki uzun ve kalın sopalarla duvarın geriye doğru yıkılmasını önlemeye çalışıyorlardı." 

Baekhyun kendini öylesine kaptırmıştı ki oturduğu minderden doğrulup onu izleyen altı prensin arasında gezinmeye başladı. "Tam o sırada, seraya bakan duvardan çıtırtılar duyuldu. Onu tutmaya çalışan iki askerden birinin elindeki sopa alev almaya başlayınca paniğe kapıldı bizimki. Geri çekilmeye yeltendi. Eğer bir adım daha atsa yahut sopayı bıraksaydı elinden duvar geriye yıkılacaktı. Nitekim geriledi de. Ancak duvar yıkılmadı. Tam o sırada onları gözetleyen Majesteleri askerin elinden sopayı alıp geri geri düşen duvara dayadı, tüm gücüyle itmeye başladı. Hemen yardıma koştum! Duvardan kopan tahta parçalar üzerimize düşüyordu! Bir tanesi tam omzuma çarpacakken büyük bir güçle ileri atıldım! Majesteleri ile birlikte duvarı anıt evinin içine doğru ittim ve... Sarayımızı bu büyük felaketten korudum!"

Nefes nefese kalmış gibi sözlerini tamamladığında kardeşleri boş bir suratla onu izlemekteydiler. "Oyunculuğuna puanım beş." dedi Sehun, bir elini çenesine yaslamış kardeşine bakarken. "Ama kurguyu sahici bulmadım, ona taş çatlasa üç veririm."

"Yalan söylemiyorum!" Baekhyun çocuk gibi yerinde zıpladı ve diğerlerinden yüz bulamayacağını anlayınca Kyungsoo'ya sırnaşmaya başladı bu kez. "Sen söyle Kyungjam, Majesteleri'ne yardım edip nasıl kurtardım serayı gördün değil mi?"

"Jongade'ye sataşıp onu hiddetlendirdikten sonra kaçmaya çalışırken bir an kendini orada buldun. Majesteleri senden rica ettiği için sopayı tuttun ve arkandaki üç askerin de yardımıyla duvarı ileri ittiniz. Ayrıca alevli odunlar kafanıza falan düşmüyordu." Omuz silkti Kyungsoo. "Ama bunun dışındakiler doğru."

Gülüşmeye başlayan prenslere dudak büzüp yüzünü başka tarafa çevirdi Baekhyun. Junmyeon alınmasını istemeyerek omzunu patpatlarken Jongdae de ona sataşıp durmuştu. Öte yandan Chanyeol hala bir nebze sinirliydi. Akşam olanların yanı sıra kardeşlerinin yeni kralı bu denli kolay benimsemesinden de hoşnutsuzdu. Onun kadar olmasa da bu durumdan hoşnut olmayan diğer kişi, Prens Jongin de dönen sohbetten bağımsız tatsız bir suratla boşluğu seyrediyordu.

"Majesteleri'nden haberi olan var mı?" dedi kısa bir süre sonra. "Toplantıya çoktan başlamış olmamız gerekiyordu."

"Sabah anıt evindeki hasarın raporunu yazmak için enkazın yanında olduğunu gördüm." diye mırıldandı Sehun. Chanyeol alayla güldü.

"Zannediyorum ki bu kraliyet oyununu fazla ciddiye alıyor."

Salonda sessizlik oldu. Dün akşamki yangından dolayı bir türlü oturup konuşmaya fırsat bulamadıkları konu dönüp dolaşıp onları bulmuştu yine. Öte yandan odadaki herkes biliyordu ki fikir ayrılığına girmek, daha doğrusu Prens Chanyeol'ü karşı saflarına almak onlar için can sıkıcı günlerin habercisi olurdu.

"Ne o?" dedi Chanyeol, gözlerini kardeşlerinde dolaştırarak. "Yoldan geçen adamın başımıza kral olmasından pek bir hoşnut görünüyorsunuz."

"Hoşnut değiliz." diye mırıldandı Jongdae. "Lakin Suho hyung haklı. Bizzat ejderhanın seçtiği birini ikinci günden krallıktan almak halkı hem öfkelendirecek hem de korkutacaktır. En azından bir hafta, insanlar biraz olsun yatışana kadar beklemeliyiz. Ki zaten o da bu işi bir an önce sonlandırmak istiyor."

"Öyle mi dersin?" Genç adam tek kaşını kaldırdı, buna inanmayan bir ifadeyle. "Gerçekten de yeni kral... bir hafta sonra tahtı bırakmak isteyecek mi?"

İki kanatlı kapı ardına kadar açıldı ve askerlerin biri kralın gelişini duyurdu. Yixing arkasında bir yığın bakanla birlikte içeri girdiğinde prensler ayaklanıp onu selamladılar. Genç kral dünküne nazaran bu kez özenli, bir krala yaraşır kıyafetler giyiyordu. Siyah parlak kumaştan kaftanının sırtında altın işlemeli lotus amblemi vardı. Alnına düşen saçlarını geriden toplamış ve başına kaftanıyla aynı renk, genişçe bir sarık geçirmişti. Lakin gümüş küpesi hala kulağındaydı. Her zamanki hafifçe tebessüm eden ifadesiyle tahta yürümeyi sürdürdü. Bu da onun maskesi, diye geçirdi içinden Chanyeol. Bu aptal, her şeyden habersiz ve umursamaz ifade de onun maskesi.

"Geciktiğim için kusura bakmayın." dedi gözlerini prenslerde dolaştırarak. Herkes saraydan tahta uzanan kırmızı kilim boyunca, yüzleri birbirine dönük şekilde dizilmişti. "Prens Junmyeon."

Junmyeon bir an için Yixing'e baktı afallayarak. Ardından öne doğru bir adım attı. "Bildiğim kadarıyla prensler arasında yaşça en büyük ve kıdemli olan sensin." diye mırıldandı genç kral. "Eksik kalacağım noktalar olabileceğini göz önünde bulundurarak toplantı boyunca yanımda olmanı istiyorum. Bu hususta itirazı olan var mı?"

Herkes şaşkınlıkla birbirine bakınsa da kimseden ses çıkmadı.

"Güzel..." diye mırıldandı. "Daha fazla vakit kaybetmeden, ilk olarak acil meselelerden başlayalım."

Yixing sabah erkenden kalkıp rahiple konuşmuş, toplantının işleyişini az da olsa öğrenmişti. Konular aciliyet durumuna göre seçiliyor ve her seferinde konuşmak isteyenler bir adım öne çıkıp söz hakkı verilmesini bekliyorlardı. Önemli hususlar için ilk adımı atanlar ekonomi, sağlık, tarım ve dış işleri bakanları oldu.

"Sağlık bakanı ile başlayalım." dedi Yixing. Bakan bir adım daha ilerleyip bedenini krala çevirdi ve hafifçe eğilerek onu selamladı.

"Efendim, yakın zamanda gelen hastalarımızın çoğunun benzer semptomlar göstermesi üzerine yaptığımız çalışmalarda halkın içme suyundan hastalık kaptığını tespit ettik. Takdir edersiniz ki su kuyularımız epey ortalık yerlerde ve korunmasız. Bu durumda birinin kasten halkı zehirleme teşebbüsünde bulunması çok olası olduğu gibi, insanların bilinçsiz davranışlarının da suyu kirletmesi mümkün. Sizden kuyuların başlarına asker dikilmesini talep ediyorum, Majesteleri."

"Bu hastalıktan muzdarip olanların vaziyetleri nasıl?" diye mırıldandı. Sakin ve her daim tebessüm etmeye hazır ifadesini korusa da elleri titriyor, ensesinden kayıp giden ter damlalarını hissedebiliyordu. Tüm bunlar... insanların hayatında büyük değişimlere sebep olacak kararlar verme baskısı çok ağırdı. Yine de yalnızca bir hafta için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu. Prens Chanyeol onun kral olmak isteyip istemediği konusunda şüpheye düşmekte haksızdı, zira Yixing'in tek istediği, kısa bir dönem için de olsa halka bir kralın nasıl olmasını gerektiğini göstermekti. Fazlası değil.

"Zamanla daha da iyiye gidiyorlar, efendim. Genellikle hastalığın tamamen atlatılması iki haftayı buluyor lakin yine aynı sudan içtiklerinde yeniden nüksetmesi çok olası."

"Hastalığın Lián'da özellikle görüldüğü bölgeler var mı?"

"Evet Majesteleri, başkentte üç mahallede ve onların hemen bitişiğindeki dört köyde yayılmış durumda."

Yixing bir an duraksadı ve düşünceli bir ifadeye büründü. Tahtın işlemeli kolunu tutan parmakları bembeyaz olmuş, yerde gezinen gözleri kısılmıştı. Öne eğilmiş başlar sessizce beklemeyi sürdürdüler. Bedeni titriyor, diye geçirdi içinden Junmyeon, göz ucuyla ona bakarken.  Onca bakanın önünde vereceği ilk karar onun gerçekten tahta oturmaya değer biri olup olmadığını belirleyecek. Ejderhanın onu seçmesinin muhakkak bir sebebi olmalı.

Yixing sanki onu duymuş gibi gözlerini Prens Junmyeon'a çevirdiğinde telaşla gözlerini kaçırdı ayaktaki. Buna karşılık genç adam ona doğru eğildi ve kısık bir sesle konuştu. "Krallık içindeki asker görevlendirmelerini savunma bakanı mı yapıyor yoksa komutan mı?"

Junmyeon da aynı şekilde eğildi ve aynı ses tonunu kullandı. "Savunma bakanının görevi, efendim. Komutan sadece ona verilen askeri birlikten sorumlu."

Genç adam başını sallayarak önüne döndü yeniden. "Savunma bakanı," dedi gür bir sesle. Bir başka adam öne çıktı bu kez. "Sağlık bakanının bahsettiği bölgelerdeki kuyuların başına birer muhafız görevlendir. Şimdilik güvenliği böyle sağlayalım. Lakin bu kısa süreli bir önlem olacak, önümüzdeki günlerde, krallıktaki tüm kuyuların ve çevresinin güvenliğini sağlamak adına bölge halkından insanlar görevlendireceğiz. O kişileri de mümkün oldukça geçim sıkıntısı çeken ve güvenilir kişilerinden seçmeye çalışacağız."

İki bakan anladıklarını belirten bir ifadeyle kralı selamlayıp geri çekilirken Prens Junmyeon'un yerde dolanan bakışları sıkıntılı bir ifadeye bürünmüştü. İyi hamleydi, diye geçirdi içinden. Yıllarca savaşmak için eğitim alan askerleri kuyu başında bekletmenin büyük bir kayıp olacağını ön gördü. Bir yandan hastalığın önüne geçerken öte yandan durumu iyi olmayanlara da ek bir gelir sağlayacak... 

Saraya ilk adımını daha dün gece atan birine göre, gerçekten iyi hamleydi.

Tüm bunlardan habersiz derin bir nefes verdi genç kral. Elleri hala titriyor ve alnından ter damlaları süzülüyordu lakin az da olsa ferahlamış hissediyordu kendini. Hiçbir itiraz gelmemesine bakılırsa doğru bir karar vermişti, tek yapması gereken bunu sonuna kadar sürdürmek ve sakin tavrını korumaktı. Bakışlarını diğer bakanlarda dolaştırmayı sürdürdü ve en sonunda "Tarım bakanı." dedi onu gözüne kestirerek. "Seninle devam edelim."

Sağlık bakanına nazaran daha genç sayılabilecek olan tarım bakanı, minyon tipli kır saçlı bir adamdı. Bir adım öne çıkıp kralı selamladı ve derdini anlatmak üzere dudaklarını araladı. Lakin ondan hemen önce salonun dışından gelen bağırışmalar Yixing'in dikkatini çekmiş, neler olduğunu anlayabilmek için bir elini kaldırıp adamın sözünü kesmek durumunda kalmıştı.

İki kanatlı kapı birkaç kez aralanmaya zorlanırken "Açın kapıyı!" diye bağırdı dışarıdan bir adam. "Şikayetim var, kralımıza ileteceğim açın kapıyı!"

Yixing çatılı kaşlarla gürültüyü dinlemeyi sürdürürken iç taraftaki iki muhafıza baktı ve "Kapıyı açın." dedi. "Derdi neymiş öğrenelim."

Muhafızlar söyleneni yapıp kapıyı araladılar. Dışarıda yükselmeye başlayan güneşin ışıkları aniden içeri dolarken ilk göze çarpan, askerler tarafından zapt edilmeye çalışılan yüzü gözü kanlar içindeki adam oldu. Yine askerler tarafından iki kolundan tutularak içeriye götürülürken hemen arkasındaki genç kadın görüldü bu kez. Üzerinde epey gösterişli, kırmızı çiçekli bir elbise vardı. Siyah dalgalı saçları beline kadar geliyor, sadece başının üst tarafındaki tutamları zapt eden topuz yüzünü açığa vuruyordu. Sırtında birleştirdiği ellerini bozmadan kibar adımlarla yürümeyi sürdürdü.

"Majesteleri!" dedi yaralı adam telaşla. Titreyen dizleri üzerine çöktü ve ellerini zemine yaslayıp "Yalvarırım yardım edin!" diye bağırdı. "Bu kadın bir canavar! Beni bu hale o getirdi, Majesteleri!"

Ona bakan genç kadın hafifçe gülümsedi ve Yixing'e dönüp usulca başını eğerek selam verdi. Genç kral onun cüretkarlığı karşısında afallamadan edememişti. Zira diğerlerinin aksine gözlerine çekinerek bakmıyor yahut tedirgin hareketlerde bulunmuyordu. "Henüz şahsi olarak tanışma fırsatımız olmadı." dedi hala yerde yatan adama göre epey sakin ve kontrollü bir sesle. Sırtında birleştirdiği elleri arasındaki hançerin ucundan kan damlaları kayıp zemine düşüyordu. Prenslerin ve bakanların onda dolaşan şaşkın bakışlarını hissedince daha çok gülümsedi ve "Ben Jennie." dedi, bu keyifli hali sesine de yansıtarak. "Prens Chanyeol'ün kız kardeşi ve Lián Krallığı'nın tek prensesiyim."

Selamm!!

Yine uzun bir süre zarfından sonra buralardayım. Umarım hala hikayemi okuyan birileri kalmıştır..

Yazarken bazı kısımları gereksiz mi uzattım diye düşünmeden edemedim açıkçası. Size de böyle düşündüren kısımlar var mı? Varsa hangi sahneler, yazarsanız çok sevinirim.

Bir dee bölüm hakkındaki düşüncelerinizi çok merak ediyorum.. Karakterleri biraz daha detaylı incelemeye çalıştım ama ne kadar becerebildim bilemiyorum.

Diğer hikayelerimi okuyanlar az çok bilir, kurgularım epey geniştir. Bu bölüm biraz monoton geldiyse diye söylüyorum, daha olaylı günlerimiz de olacak.. Beklemede kalın :)

Yeni bölüm soracak olursanız yine çok kısa sürede yazmayacağımı söylemek isterim. Zira yb bekleyen iki hikayem daha var ve derslerim çok ağır😪

Yine de, umarım bir sonraki bölümü attığımda hala bekleyen birileri olur :) O zamana dek kendinize çook iyi bakın💕

Heilly

ig:castkiddin

Continue Reading

You'll Also Like

260K 24.5K 25
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
849K 68K 14
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
2.4M 214K 33
okumayın for vanilla baby
35.6K 2.5K 37
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...