"Niye kızıyormuş?"

"Sen olsan kızmaz mısın abla?" diye sordu. "Bilse bunun burada olduğunu, buranın her köşesinde boy boy fotoğrafını çekip bedava reklamını yapar. Ünlüler de bizimle takılıyor gibisinden. Her ünlüyle yaptığımız şey ama bu kadar ünlüsü gelmiyor haliyle. Hangi işletmeci tepmek ister böyle fırsatı?" Patronuna kesin söylemesi gerektiğini kendi sözleriyle o an idrak etti, ayağa fırlayacak gibi oldu. "Söylemezsem ağzıma bile..."

Tuttum kolunu. "Sen söylemezsen nasıl bilecek patron?"

Jimmy yazık yine tenis maçı izliyordu. "Neler oluyor yine? Niye almıyor kartı?"

"Tanıdı seni." Kredi kartını Jimmy'nin elinden kaptığımda, dünya gözüyle 'siyah kart'ı yakından görüp dokunuyordum. Kartı çocuğun burnuna burnuna uzatırken "Patrona söylememesi için pazarlık yapıyoruz," diye ekledim.

Çocuk yeniden yerine yerleşmişti. "Hem selfie hem de video isterim. İmza da isterim." Jimmy'nin kafasında takılı kaldı bakışları. "Şapkasını da isterim."

İste tabii. Buldun her şeyi iste. "Şapkasını alamazsın," dedim ters ters. "Geri kalanlar olur ama."

"Sen menajeri falan mısın abla? Adamın yerine cevap veriyorsun maşallah."

"Öyle de diyebiliriz." Çocuk sonunda kredi kartını alıp pos makinesinden geçirdi. "Değerlendirmede bulunurken alacağın yüklü bahşişi de unutma."

"Hııı," diye bir düşündü. Ben bu konuyu düşündüğünü zannederken "Videoda 'Candaş hayatımda gördüğüm en iyi garson, geleceği de çok parlak, işletme müdürü yaparlar yakında,' diyecek ama Türkçe," diye yumurtladı. "Bizimkilerin İngilizcesi kıt biraz. Benim de anca yiyecek-içecek siparişi alacak kadar var. Türkçe demesi lazım o yüzden."

"Adam Amerikalı nasıl desin bunu?" diye isyan etti Arzu. "Annene, emmi oğluna filan selam söylesin bitsin bu iş!"

"Siz bilirsiniz," diyerek kalkmaya yeltendi. "Patronu az önce barın oralarda gördüydüm sanki..." Tam bir şantajcıydı küçük pislik.

Yine tuttum kolundan "Tamam," dedim. "Ayarlarız," diye de ekledim iş bitirici bir menajer gibi.

Lütfediyordu zat-ı şahaneleri. İkna oldu çok şükür.

Ödeme onaylandığında, mekâna eli yüzü düzgün, az kilometre ikinci el bir araba parasını bıraktık neredeyse. Jimmy ödediği hesaba bakmamıştı bile, Candaş'a buruşuk yüz dolarlarından birini de ekstra sus payı olarak verdi. Akabinde zorlu çekim de başladı.

Jimmy, Candaş'ın ne menem bir garson olduğunu ve nasıl gelecek vaat ettiğini anlatana kadar ve anlattığından Candaş tatmin olana kadar akla karayı seçince, çekimlerde biraz sarkma yaşanması kaçınılmaz oldu.

****

Candaş'ın kıskacından planlanandan neredeyse bir saat sonra kurtulduğumuzda, kendimizi Alaçatı'nın dar sokaklarına attık. Rengarenk sevimli dükkanlar arasında gezinirken, Jimmy kendine birkaç deri bileklikle sırt çantası, annesine ve teyzesine götürmek üzere de çeşit çeşit hediyelik biblo ve takı aldı. Bu kez akıllandığımızdan nakit ödeme yapınca, yakışıklı kredi kartıyla dikkat çekip insanları uyandırmadık neyse ki.

Hava hala cehennem gibi sıcak olduğundan ve dolayısıyla dilimiz damağımıza yapıştığından, çok geçmeden ufak bir barın yol kenarına attığı mavi boyalı tahta sandalyelere çöktük.

Menüye hevesle göz gezdiren Jimmy "Türk birası denemek istiyorum!" diye cıvıldadı.

Jimmy'nin Türk birasını ve kendi içeceklerimizi söyledikten sonra Arzu "Eve gitmektense eniştemleri çağırsak ya buraya?" diye önerdi.

Kapak Modeli 🌙Yarı Texting🌙 (Tamamlandı)Where stories live. Discover now