X-10

409 53 8
                                    

Gününüz güzelliklerle geçsin, Bay K.

Bugün nasılsınız? Sizin için her şey olması gerektiği gibi mi ilerliyor yoksa tıpkı benim gibi boğazınıza yapışan bir sıradanlığa mı mahkûmsunuz?

Dün siz at sürerken çalılıkların arkasındaydım. Uzun bir süre soluk almadan sizi izledim. Hayvanlarla olan dostluğunuz, pek aşina olmadığım bir durum. Biliyorsunuz ki, çevremizde hayvanları seven insan sayısı oldukça az. Ben de beyaz, boncuk gibi gözleri olan bir kedim olsun istiyorum. Onunla içimden geçirdiğim her şeyi konuşabilir, susmak zorunda kalmazdım. Tıpkı sizin gibi hayvanlarla arkadaşlık yapmak istiyorum. Atınızın kulağına sürekli bir şeyler fısıldadığınızı görmüştüm. Ona bir insan gibi davranıyor, kimseye vermediğiniz sonsuz sevgiyi sunuyordunuz. Anneme bir kedi sahiplenmek istediğimi söylediğimde kopardığı feryadı görmeliydiniz. Doğru dürüst bir işin ucundan tutmuyorken bir de evi kedi tüyüyle mi dolduracaktım? Onu da tıpkı kendime benzetip sabahtan akşama kadar pencerenin önünde mi pinekleyecektik?

Bazen anneme sadece kocaman ve susmak bilmeyen bir çeneden ibaret olduğunu söylemek istiyorum. Bunu dile getirince saygısız biri olmakla suçlanacağımı biliyorum. Oysa insanlara göre bir şeyleri dile getirmediğim, yalnızca içimden geçirdiğim sürece hanımefendi bir kızdım. Kirli zihinler kimseyi ilgilendirmiyor, Bay K. Hiç kimse zihnimin saygısızlığını göremiyor.

Şimdi sizi o kadar özlüyorum ki... yine bir seyahate çıktığınızı duydum. Bu kez herkesten sakladığınız, oldukça önemli bir işiniz varmış. Ne zaman döneceğinizi kimse bilmiyor. Belki bir hafta, bir ay ya da bir yıl sonra... normalde seyahatlerinizi oldukça kısa tutar, gitmeden önce geleceğiniz günü ev halkıyla paylaşırdınız. Şimdi bilinmezlik içinde beklemek daha zor. Venedik'e her dönüşünüz, bizim için yeni bir vuslat gibi. Size sarılamıyor, gözlerinizin içine bakamıyor, elinizi tutamıyorum. Ama döndüğünüz her an benim için bir kavuşma anı.

Bu arada birkaç gün önce çocuk bizim eve geldi. Annemler evde değildi ve ikimiz başbaşaydık. Kitabı bitirdiğimi söylediğimde cansız gözlerle yüzüme baktı.

"Oldukça acı bir hikâyeydi."

Bir şeyler söyleme gereksinimiyle dolup taşıyordum. Fakat söylediğim son söz bile onu etkilememişti. Kitabı aniden açıp denk gelen sayfayı yüksek sesle okudum.

Uzun uzun burnumu çektim.

"Önemi yok, onu öldüreceğim!"

"Ne diyorsun sen küçük; babanı mı öldüreceksin?"

"Evet yapacağım bunu. Başladım bile. Öldürmek, Buck Jones'un tabancasını alıp güm diye patlatmak değil! Hayır. Onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek... Ve bi gün büsbütün ölecek."

"Bu küçücük kafada ne büyük bir hayal gücü!"

Okuduğum kesitin ardıdan bakışlarımı yüzüne çevirdim. O an beni dehşete uğratan en büyük şey, gözlerinden yuvarlanan iri taneler oldu. Bu çocuğun büyük bir yarası vardı. Defalarca okuduğu bir kitabın aynı cümlelerini benden duyunca ağlaması normal değildi. Belki de babası gitmeden çok önce onu içinde öldürmüştü.

"Bayan, yaşanan acılar insanı duygusuz yapmaz, duygularını gizleyen biri hâline getirir."

Söylediklerinden sonra avuçlarımdan kitabı çekip aldı. Arkasını dönüp gittiğinde bir daha geleceğinden emin değildim. Aynı sandalye üzerinde en iyi bildiğim şeyi yaptım. Saatlerce kımıldamadan bir heykel gibi oturdum. Kitaptan ayrı, çocuğun söylediğinden apayrı etkilenmiştim. Çocuğa iyi gelmesi gereken ben iken, bana iyi gelen o olmuştu.

Şimdi düşünüyorum da duygusuz biri miyim, yoksa duygularını gizlemeyi tercih eden biri mi?

Sanırım çocuk haklı. Yeryüzünde duygusuz bir insan olamaz. Geriye kalanlar sadece bir tercih meselesi hâline gelip duygularını saklayan insanlardır. Görüyorsunuz ya, her şeyin mantıklı bir açıklaması var.

Bugün sizi ilk nerede ve ne zaman gördüğümü de anlatmak istiyorum. Sanırım bunu daha önceki mektuplarımda hiç dile getirmedim. Bundan yaklaşık dört yıl önce yağmurlu bir günde sokaktan aşağı kırmızı çamur akarken görmüştüm sizi. Şiddetle yağan yağmurun damlalarından korunmak için şemsiyenize sığınmıştınız. Buna rağmen yüzünüzün belirli noktalarında tıpkı pürüzsüz bir camdan süzülür gibi sular akıyordu. Ayakkabılarınızın etrafı çamurlaştığı için üzerinizde net bir memnuniyetsizlik vardı. Siz her zaman dış görünüşünüze önem veren asil biri oldunuz. Ardından bakışlarım şemsiyeyi kavrayan parmaklarınıza dokunmuştu. İnsanlar ihtiyaç duyduğu her şeyi böyle sarıp sarmalarlar. Sizin de ihtiyaç duyduğunuz o şeye konforlu bir yerde olduğunuzda sırt döneceğinizi biliyordum. Çünkü bu hep böyle sürmüştü. Değer verdiğimiz her şeyi, artık onlara ihtiyacımız kalmadığında gözümüzden uzak yerlere gizlerdik.

İşte bu ilk karşılaşmamızdı. Buğulu camın arkasından dakikalarca beklediğiniz duvar dibini izlemiştim. Şimdi ne zaman yağmur yağsa, gözüm kirli bir su birikintisi arıyor. İnsanların ne düşündüğüne aldırmadan dakikalarca turuncumsu rengi izliyorum. Giden gidiyor da bir anılar kalıyor geriye. Anılar işte, kirli olan bir su birikintisini bile güzelleştiriyor.

Tüm bunlara nazaran bu konuya değinmemin esas nedeni, böyle zamanların bir gün sadece anılarımda kalması olacak. Bir gün sizi hiç görmeyeceğim kadar uzağa gidecek olursanız, elimdeki anılara tutunmak zorunda kalacağım. Bundan çok korkuyorum, çünkü anılarımız yok denecek kadar az ve bunlarla yeryüzünde hiçbir insan yetinemez.

Belki de sırf sizinle anı biriktiremeyeceğim için bile ölmem gerek. Belki bu eziyetin artık bitmesi için son mektubun gelmesini bekliyorsunuz ve artık ölümüm sizin için de sabırsız bir hâl aldı. Eğer gerçekten tüm bunların son bulmasını ve sonumun gelmesini istiyorsanız, bunu bir lütuf sayarım. Benim hakkımda aklınızdan geçen tek kelime 'ölüm' olsa bile gözlerimi dünyaya kapatmak adına geç kaldığım için hatalıyım.

İkimizi de bu derin bekleyişten kurtaracağıma söz veriyorum. Birbirine yerine getirmeyen sözler veren o insanlardan değilim, hiç olmadım. Sadece olmak istediğim tek bir yer vardı.

Ama bilinen gerçek şu ki, hiçbir zaman umurunuzda olmadım...

İntihar Mektupları [ Tamamlandı ]Where stories live. Discover now