9. Bölüm

36 17 5
                                    

Sevinçler, daha doğmadan hüzne yenilir mi? Yeniliyor işte!

Mustafa bu sabah yatağından çıkmak istememişti. Ailesi ile hasret gidermenin mutluluğunu yaşarken, onları yalnız bırakmanın, onlarla gidememenin acısını hissediyordu. Sevinçlerin ömrünün kısa, hüznün ise bitmez tükenmez olduğunu düşünüyordu.  Kendi gibi aklı, düşünceleri, duyguları da allak bullak olmuştu. Üç beş dakika anıları ile avunup mutlu olurken, gerçek yaşamı yani şu anını düşünerek üzülüyordu. Sevinçleri, mutlulukları hüzne yeniliyordu. 

Canının yine durduk yere sıkıldığını hissettiği an Basri Hocanın verdiği küçük kurşun kaleme ve sayfalarının çoğu yırtılmış eski ajandaya baktı. İçinde kopan fırtınaları yazmaya hazırlanıyor; fakat kalemi eline aldığı an düşünceleri bir anda kuş olup uçuyordu sanki. Küçücük bir kalem ile ne kadar mücadele etse de o galip geliyor, tek satır bile yazamıyordu. Bu satırları sadece kendisi için yazacağını, sıkıntılarını unutmak için aracı olarak kullanacağını bilse de canını sıkan düşünceleri anlatacak sözcükler adeta ondan kaçıyordu. Kağıda ufak bir çizik attığında yaşadıklarının pek de büyütülecek bir tarafı olmadığını, hapishaneden geçen günlerin kendisini altüst etmesine şaşırdığını düşünse de aslında yüreğindekileri kağıda dökemeyişine kızıyor ve doğru sözcükler seçemeyeceğini, duygularını yazma konusunda deneyimsiz olduğunu hissediyordu.

Kalemi ile verdiği mücadeleyi kaybettiğini düşünerek yaşam alanına doğru dalgın adımlarla ilerledi. Birkaç adım attıktan sonra buraya geldiği ilk günden beri yaşadıklarını, bütün olan biteni doğal akışı içinde kaleme almanın kolay olacağını hissetti; fakat içinden bir ses, sen daha bugünkü ruh halini bile kağıda aktarmayı, tek cümle kurmayı bile becermiyorsun, bir de yaşadıklarını doğal akışı içerisinde yazmanın kolaylığından bahsediyorsun diye kendine kızdı. Kendi ile konuşmasına son vermek için avluya çıkıp biraz gezindi. O an da birilerinin kendine seslendiğini duydu ve koşar adımlarla içeri girdi. Koş, yetiş diyordu içindeki ses, çocukça bir sevinçle gardiyanın karşısına dikilen Mustafa'ya, gardiyan hiçbir şey demeden elindeki zarfı uzattı. 

Eski zamanlarda kaldığını ve belki de unutulmaya başlandığını düşündüğü mektuplaşma işinin ne kadar da güzel bir haberleşme olduğunu düşünen Mustafa,  kimden geldiği merakı ile aldığı zarfta Fatma'nın adını görünce çocukça bir sevince kapıldı. Bir mektubun insanı ne kadar mutlu edebileceğini bile unuttuğunu düşünerek yatağına doğru ilerlerken zarfın açıldığını ve üzerinde de 'Okuma Komisyonunca Görülmüştür' yazısını fark etti. Burada yaşadığı şeyleri artık yadırgamıyor olmasından mı yoksa mahrem diye bir şeyin olmadığını kabul edişinden mi bilinmez eşinin kendisine gönderdiği mektubun okunmasına gülümseyerek tepki verdi. Zarfın üzerindeki pula parmaklarıyla hafifçe dokunurken çocukluğuna ve gençliğine dair anıları zihinde canlanıyordu. Ortaokuldayken yazdığı mektuplar, farklı şehirlerden yüzünü bile görmeden bulduğu mektup arkadaşları, postanelerdeki uzun bekleyişler ve postacı yolu gözleyişler, ve hatıralar bir film şeridi gibi gözünün önünden geçerken yatağına çıkıp mektubunu okumaya başladı. 

"Merhaba Mustafa'm,

Seni demir parmaklıklar ardına göndereli tam on gün oldu. Biliyor musun bu koskoca on gündür ben de yüreğimi o demir parmaklıkların ardında bıraktım. Bağırmak, haykırmak, yüreğimi o çıkmazdan kurtarmak, birilerine, içimdeki öfkeyi kusmak istiyorum. İçimde tarifsiz bir acı, yüzümde sensizliğin bende bıraktığı keder, gözümde ise seni bize getirecek gelecek bir müjdeli haberi beklemenin umudu var. Tarifsiz duygular içindeyim, yüreğimde kopan fırtınaları anlatmaya kelimelerim ve benliğim yetmiyor. Sakın ola, isyan ettiğimi düşünme! Bir isyan değil bu, eli kolu bağlı bir insanın yardım çığlıkları, çaresizliği, feryadı veya haykırışı.

MAVİ GÜNEŞWhere stories live. Discover now