10. Bölüm

28 11 8
                                    


Hayat boş bir rüya gibi geçip gidecek...

Mustafa bu gece yatağına uzandığında Basri Hocanın yaşadıklarını, eşini, çocuklarını, vicdan azabını, kaza anını ve katil oluşunu en ince ayrıntısına kadar düşündü. Kimi zaman kızını kaybeden baba yerine koydu kendini, kimi zaman karısını kaybeden eş, kimi zaman da istemeyerek katil olan Basri Hocanın yerine koydu kendini! Hepsi birbirinden acı, hepsi birbirinden kötüydü! Çıldırmamak elden değildi. Bu kazada sadece masum iki canı toprağın altına koymadı Basri Hoca; kendini de diri diri toprağa gömdü, özgürlüğü, sevenleri, geleceği yani her şeyi gitti, her şey bir anda değişti hayatında. Hayat mı, kader mi, sınav mı işte ne derse desin, kaldırması çok zor bir şeydi. 

Günlük telaşlar, koşturmalar arasında bir hata, bir dikkatsizlik tüm yaşantımızı alt üst edebiliyor. Üç beş saniyelik bir dalgınlık nelere mal oluyor: Telafisi imkansız sonuçlar, ömür boyu duyulacak vicdan azabı, adının yanından hiçbir zaman silinmeyecek katil yaftası...

Allah'ım sana şükürler olsun böyle bir suçtan dolayı girmedim hapishaneye, ben kaldıramazdım böyle bir şeyi diye dua etmeye başlayan Mustafa'nın uykusu iyiden iyiye kaçmıştı. Yatmaktan ve sağ sola dönmekten sırtı bile ağrımıştı. Kalkıp koğuşta gezinse birilerini rahatsız edecekti. Günlük hayatında uykusu kaçınca ya televizyon karşına geçer ya da kitap okurdu; ama şuan ne televizyon izleyebilirdi ne de kitap okuyabilirdi. Avludan koğuşa yansıyan soluk bir sarı ışıktan başka koğuşu aydınlatan bir şey yoktu. Peki, nasıl uyuyacaktı, saat kaçtı, ne zaman sabah olacak, ortalık ne zaman aydınlanacaktı?

Mustafa saat kaçta uyumuş, gece boyunca neler düşünmüş, kafasında neler kurmuştu diye farkında bile değilken koğuş kapısının açılıp herkesin hareketlenmesi ile anlamıştı sabahın sekiz olduğunu ve sayım saatinin geldiğini. Görevini yerine getirip tekrar uyumak isteği ile hızla kalkıp koğuştakilere şöyle bir baktı. Kimi yeni uyanmış olmanın etkisiyle gözlerini ovuşturuyor, kimi de erkenden kalkıp giyinmiş sayımı ve kahvaltı yapmayı bekliyordu. Mustafa ve Halil buradaki kuralları öğrenmenin etkisi ile sayımın yapılacağı yerde öylece bekliyordu. Halil bir süre sessiz durduktan sonra Mustafa'nın kulağına doğru hafifçe eğildi:

"Abi ayakta uyuyorsun; ama sayım saatimiz geldi, hadi uyan, kendine gel!" diye hafifçe gülümsediği an Mustafa:

"Abiciğim, ayakta uyuyor olsam da adamlar ayakta olmama bakıyor zaten, yani bedenen buradaysan sıkıntı yok demektir."

Dünden hiçbir farkı olmayan bir gün daha yaşayacağını düşünerek kahvaltı bile yapmadan yatağına giden Mustafa, ne kadar yattı ne kadar uyudu farkında bile değildi ki Halil'in omuzuna dokunması ile uyandı:

"Abi hadi kalk, gel bir çay içelim. Sıkıldım bir başıma deli koyun gibi gezinmekten, zaten konuşacaklarım var senle. Avukatım geldi, bir saate yakın görüştük. Hadi kalk da biraz konuşalım."

Mustafa saatin kaç olduğuna bile bakmadan yatağından kalkıp lavaboya gitti. Aynada yine kendini uzun uzun inceledi. Gözleri yine şişmiş, sanki saçlarındaki aklar da çoğalmıştı. Yok, bir iki haftada saçlar bu kadar ağarmaz Mustafa! Hemen kendini salıveriyorsun, ne var yani bir iki haftaya,  olmadı bir iki aya buradan çıkacaksın zaten! Oğlum şu dört duvar ardında kalan bazı kişiler senin derdini nimet biliyor, kendine gel diye kendine kızarak yaşam alanına doğru ilerledi.

Halil, avukatının nöbetçi mahkemede veya ilk duruşmada çıkacaklarını söylediği an ikisinin de yüzünde tebessüm, gözlerinde mutluluk vardı. Bir süre sessiz kalıp düşünmeye başlamışlardı ki koğuşta bir kadın kahkahası duyuldu. Neler olduğuna anlam vermeye çalışıp sağa sola bakan Mustafa, o an sesin televizyondan geldiğini anladı. Her sabah yayınlan evlendirme programını dikkatle izleyen iki üç kişiye gözü ilişti. Gözünü bir süre televizyondan ayıramayan Mustafa, yavaşça Halil'e doğru eğildi:

MAVİ GÜNEŞWhere stories live. Discover now