1. Bölüm

150 50 24
                                    

Giden ben miyim, hayatım mı?

Arabaya bindiğinden beri kafasını öne eğmiş neler olduğunu, neler yaşadığını düşünüp dururken aklına bir soru takıldı: Şu an giden ben miyim, hayatım mı? Giden ben isem hayatım güzel günlerim, anılarım ve hayallerim olduğu yerde kalmış olmalı! Eğer giden hayatım ise ben hiçbir şey yapamadığım için olduğum yerde kalmış olmalıyım. Yok, yok hayatım da ben de bir bilinmezliğe doğru yol alıyoruz ve ben o son durağı görmek, orada yaşamak istemiyorum diye yüreğinin derinliklerinden gelen sessiz çığlıklara kulak veren Mustafa, kafasını kaldırdığı an minibüsün homurtusu kesildiğini fark etti.

Kapının sürgüsünün açılırken çıkardığı takır tukur seslere kulak verip kafasını kapıya çevirdiğinde içeriye hızla sızan gün ışığı Mustafa'nın gözlerini kamaştırmış, temiz hava ise ciğerlerine çok iyi gelmişti.

Kafasını yerden kaldırıp kapıya doğru baktığında kısa boylu bir gardiyan araca doğru eğilerek:

" Haydi, inin beyler, yolculuk bitti!" İki jandarma, minibüsün merdivenlerini hoplayarak hızlıca inip elleri kelepçeli iki kişinin inmesini sessizce bekledi. Korku dolu gözlerle etrafı inceleyen Mustafa, jandarmaların gardiyanlara kendileri hakkında aceleyle bilgi verdiğini ve birazdan cezaevi aracına binip gideceklerini düşününce sona yaklaştığını düşünürken jandarmalardan biri geldi ve kelepçelerini bir çırpıda açtı. Özgürlüğüne kavuşan bileklerine parmak uçlarıyla masaj yapanken, mahkeme salonundan beri yanından ayrılmayan ve suç ortağı sayılan arkadaşı Halil'in kelepçelerinin açılışını sessizce izledi. Kendi kendine "Ben ne suç işledim, Halil ile nasıl bir suça ortak oldum da bu hallere düştüm yarabbi! Diye yaşadıklarına kızıyordu. Jandarmalardan birinin keskin bakışlarını üzerinde hissettiği an komut almaya hazır bir asker gibi dimdik durdu, jandarmanın kafasını hızla sağa eğdiğini fark etti. İçeri hemen girmesi gerektiği konusunda verilen emri sorgusuzca yerine getirmek isteyen Mustafa ilk adımı atarken yine kendiyle konuşmaya, dertleşmeye belki de kendini teselli etmeye başlamıştı.

"İçimde tarif edemeyeceğim bir korku var, kalbim yerinden çıkacak sanki... Sanırım şimdi, hemen şu anda umutlarımı, hayallerimi belki de yarınlarımı şu kapının ardına bırakmak zorundayım! Ben burada aileme, çocuklarıma, sevdiklerime, masmavi gökyüzüne, başak sarısı güneşe, gülen yüzlere, mutlu insanlara, iş yerime, hayallerime kısaca yaşama dair her şeye veda etmeliyim, anlaşılan burada sevdiğim her şeye hasret kalacağım. Aman Allah'ım ben burada ne yaparım, bu hasretlik beni ya deli eder ya da öldürür! Yok, yok burada yaşamam, yaşayamam ben, mümkün değil? Kurtulmalıyım buradan, bir şey, bir güç olmalı beni buradan çıkaracak?"

Oldukça büyük ve gri demir kapının ardından geçilen iki üç küçük kapıdan giren Mustafa ve Halil'e içerisi ilk anda karanlık gibi gelse de kısa sürede gözleri o loş ışığa alışmıştı. Uzun bir koridorun başına geldiklerinde karşılarında duran iki gardiyan ile kısa süreli bir bakıştılar. Gardiyanlardan biri jandarmaların kendilerine teslim ettiği kağıtları eksik bir şey var mı diye dikkatle inceledikten sonra önce Halil'in, sonra Mustafa'nın metal tarayıcıdan geçmesini istedi..

Uzun bir bekleyişin ardından nihayet işlemler bitti diye düşünen Mustafa, yavaş adımlarla güvenlik bariyerini geçerken yeni bir bekleyişin kendisini beklediğini bilmiyordu. Oturup dinlenebileceği bir yer ararken Halil'in oda içindeki iki basamaklı merdivene bacak bacak üstüne atıp çenesini de avucunun içine alarak oturduğunu fark etti. Halil'in yanına oturmayı düşündüğü an:

" Hooop ne oluyoruz? İndir o ayağını. Adam gibi oturmayı bilmiyorsan kalk ayağa! Tutuklu musun, soytarı mı, anlamadım! diye bıyıkları ve dişleri sigaradan sararmış gardiyanın Halil'e bağırması ile Mustafa bir anda irkildi. Öfke dolu gözlerle etrafı süzen gardiyan derin bir nefes aldı ve sözlerine devam etti:

MAVİ GÜNEŞWhere stories live. Discover now