3. Bölüm

72 47 18
                                    

Alışmak, sabretmek hiç de kolay olmayacak...

Ne kadar da derin ve dar bir yer burası! Kolumu bile doğru düzgün kımıldatamıyorum. Oldukça yukarılardan bir yerden az bir ışık geliyor; ama yine de çok karanlık burası hiçbir şey göremiyorum, duvarlar var yanımda beni arasına almış, bunlar beni sıkıştırmaya mı çalışıyor yoksa? Işığa doğru gitmek, tırmanmak istiyorum, kurtulmak istiyorum buradan; ama olmuyor, tutunacağım hiçbir şey yok, duvarlardan tutmak istiyorum, yavaşça uzanıyorum; ama bunlar çok kaygan... Yardım edin bana! Sesimi kimse duymuyor mu?

Hadi Mustafa çıkmalısın, uğraş biraz daha, kaldır ellerini hadi. Olmuyor işte, kollarımı bile açamıyorum, ayaklarım beni taşımıyor, kaldım burada! Burası oldukça derin bir kuyu, nasıl düştüm ben buraya yoksa birileri mi getirip attı buraya? Neler oluyor, niye buradayım. Yukarıdan sesler geliyor duyuyorum, yabancı değil bu sesler, tanıyorum bu seslerin sahibini, kimdi bunlar, çıkartamıyorum. Hadi Mustafa tanıyorsun bunları zorla kendini. Seslensem acaba duyarlar mı beni, yardım ederler mi? Bu kör kuyudan beni çıkaracak bir kişi de olsa bulabilme umuduyla, kendimde bulduğum son bir güçle bağırdım 'Yardım edin! Çıkartın beni buradan, yardım edin ne olur! .Ölüyorum burada! Buradayım, tutun elimi, ne olur yardım edin!'

Mustafa sırtı ve yüzü ter içinde irkilerek uyandı. Eli ayağı uyuşmuş, adeta kanı çekilmişçesine dermansız kalmıştı. Kendine gelmek için şöyle bir silkindi, gözlerini karşısındaki duvara dikti ve kendi ile konuşmaya başladı:

"Ne kadar da kötü bir rüyaydı bu, ne rüyası bildiğin kâbustu bu! Kuyuya düşüyorum, kimseye sesimi duyuramıyorum, çıkamıyorum, aman Allah'ım nasıl bir şeydi bu! Zaten berbat bir hayat yaşıyorum, bari rüyalarım güzel olsa da uykuda rahat etsem!"

Uzandığı yerden homurdanarak kalkıp odanın içinde birkaç adım atarken biraz önce gördüğü rüyayı kendince yorumlamaya başladı:

"Sanırım içine düştüğüm kuyu, bu hapishaneydi. Taş duvarlarla çevrilmiş ve ben bu duvarların arasında sıkışıp kaldım ve işte çıkamıyorum gerçekten. Mevlut'un dediği gibi çıkamayacak mıyım yoksa! Yok, artık! Bu kadar da abartma Mustafa, altı üstü bir rüya gördün. İçinde bulunduğum bu ruh haliyle çiçekler, denizler görecek halin yok ya!" diye kendi kendine konuşan Mustafa, demir kapının gıcırtısını duydu. Ne kadar da çirkin bir sesle açılıyor bu kapı diye söylenirken akşam yemeğinin gelmiş olabileceğini düşünerek kapıya yöneldi. Gardiyanların içeriye hızlı girişlerinden tedirgin olan Mustafa, kesin bir şey olacak diye mırıldandı. Odayı hızla süzen gardiyan çığlık atar gibi sesle:

"Hadi bakalım sayım var kalkın, şuraya gelin!"

Parmağı ile gösterdiği yere doğru itiraz etmeden, yine hiçbir soru sormadan ilerleyen Mustafa, sayım mı, sayım da neymiş, böyle şey mi olur, burada olduğumuza dair imza atsak olmaz mı hem nereye gideceğiz ki! Demirlerle ve taş duvarlarla örülmüş bu yerden kaçmak mümkün mü diye yine kendi kendine söylenmeye başlamıştı. Buradaki sayım olayına karşı içinden sessizce isyan ederken bu saçma işin bir an önce bitmesini istiyordu. Çok onur kırıcı bulduğu sayım işi tamamlandıktan sonra gardiyanlardan biri yine bağırarak konuşmaya başladı:

"Sabah sekizde ve akşam sekizde sayım olur, bu esnada, burada kapının yanında toplanacaksınız. Ayrıca hadi bakalım gözünüz aydın, buradan kurtuluyorsunuz."

Gardiyanın sözleri Mustafa'yı mutlu etmiş olsa da aklında Mevlut'un daha ilk dakikada bahsettiği çaylak sözcüğü vardı. Bizimle dalga mı geçiyorlar diye düşünürken gardiyan:

"Hadi hemen toparlanın! Yeni yerinizde iyice dinlenirsiniz, acele edin ve beni takip edin."

Mustafa hemen yatağının üzerine bıraktığı ceketini aldı, ekmeğini de koltuğumun altına sıkıştırdı. Ne de olsa başka ekmek vermeyeceklerini öğrenmişti. Buradan daha rahat, daha temiz bir yere gideceğinin umuduyla koşar adımlarla gardiyanları takip etmeye başladı...


Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın...

Sevgiyle kalın...

MAVİ GÜNEŞWhere stories live. Discover now