57 I İnsan ve Nisyan

En başından başla
                                    

Sansar

 Boğazımdaki çirkin kaşıntıyı atmak için öksürdüm. Vücudumda tuhaf bir uyuşukluk vardı. Gözlerimi araladım ama yataktan kalkmak için bacaklarım fazla güçsüzdü. Öylece bekleyip güç toplamaya çalıştım.

 Sağ elimdeki sızı, Gümüşpala'nın yüzünün ortasına yerleştirdiğim yumruğu hatırlattı. Güldüm. Bundan daha sık yapmak istiyordum. Onu her gördüğümde yumruklamak ve bundan delice haz almak istiyordum. İşin iyi yanı, artık beni bunu yapmamam için tutan hiçbir şey yoktu. Madem Gümüş'te mahsur kalmış durumdaydım, o aşağılık herifi her gördüğümde bir şekilde ona yaklaşıp yüzünün ortasına geçirebilirdim.

 "Vay anasını," diye homurdandım. Neredeyse tüm bu yaşananlar yaşanmamış gibi mutlu olmuştum.

 Aklımın bir ucunda sürekli Vuslat'ın nasıl olduğu vardı. Sağ salim dönüp dönemediklerini merak ediyordum. Selim'in eskisi gibi olup olamayacağını, Sena'yı, Atlas'ın herkesi nasıl koruyacağını, her şeyi merak ediyordum.

 Yatakta usulca doğruldum. Bakışlarımı odanın her bir noktasında acele etmeden gezdirdim. Ellerimle destek alıp yataktan kalkmaya yeltendim ama yapamadım. Ayak bileğimden beni yatağa çeken şeye, kelepçeye baktım. "Şerefsizler," diye homurdandım. Ne yani bütün gün yatakta bana ne yapacaklarını mı bekleyecektim?

 "Adisiniz lan siz!" diye bağırdım kapıya doğru. Sesimin duyulup duyulmadığını bile bilmiyordum. Ama bağırıp çağırmak boş boş oturmaktan daha mantıklı geliyordu. "Adamsanız çözün lan beni! Sıkıysa karşıma çıkın! Yemiyor mu lan?"

 Bağırışıma hiçbir karşılık alamadım. Nedense bağırmayı da sevmiştim şu an. En azından kafamda onlarla ilgili kurduğum planları haykırarak sinirimi bir nebze de olsa atabilirdim.

 "Bu krallığı yıkmazsam bana da Sansar demesinler."

Doruk

 Bir yandan telefonu kulağıma dayamış öbür yandan da şömineye odun taşımaya devam ediyordum. Koca evi ısıtmak tahminimden daha zor olmuştu. Telefon üçüncü çalışında açıldı.

 "Bir gelişme var mı?"

 "Hayır, bekliyoruz." Dedi Sena. Telefondaki sesi hala ağlamaklı geliyordu. "Çok kan kaybetmiş. Ameliyatta hala."

 "İyi olacak inşallah." Atlas'ı da sormak istedim ama neyi nasıl sormalıydım hiçbir fikrim yoktu. "Haberdar et beni," diyebildim sadece.

 Telefonu kapatıp sehpanın üzerine bırakırken stresle dudağımı dişliyordum. Sansar'ın geride kalışına hala inanamıyordum. Aramızdan hiç kimsenin geride kalmasını istemezdim, hele de artık her biri benim için bu kadar anlam taşıyorken ama Sansar denen o manyak herifin kendini sevdiremeyerek sevdirme gibi saçma bir özelliği vardı.

 Bana kalırsa Atlas'la aralarındaki güçlü bağ da buradan geliyordu. İkisi de hiç tekin değildi.

 Kafamda Gümüş'ten sonra Asya'yı da alıp Gümüşpala'dan olabildiğince uzağa kaçma fikri varken şimdi durumlar öyle bir hal almıştı ki ne yapacağımı bilmiyordum. Şimdi nasıl bir yol çizecektik, onu nasıl, ne şekilde çıkaracaktık o delikten ya da tüm bu planların içinde Asya ve ben olacak mıydım ondan bile emin değildim. Emin olduğum tek şey eğer o delikte ben olsaydım Sansar denilen bu manyağın beni kurtarmak için homurdana homurdana da olsa her şeyi yapabilecek olduğuydu.

 Şömineden gelen hafif cızırtıları dinlerken Asya'yı bulduğum haldeki durumunu hatırladım. Canım sıkılmış gibi derin bir şekilde nefes aldım.

 Üst kata çıkıp Asya'nın uyuduğu odaya yaklaştım usulca. Hareketlerim öyle sessizdi ki olur da ufacık bir ses çıkarır da Asya ya da Selim'i korkutursam diye ödüm kopuyordu. Kapıyı tıklatıp tıklatmama konusunda kararsız kaldım. Sadece iyi olup olmadığını merak ediyordum. Usulca kapı kolunu indirip odaya baktım.

Düşünce MahkumlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin