16|Tehlike Çanları

1.5K 124 14
                                    

Oy ve yorumlarınız için teşekkür ederim 😊

Keyifli okumalar!

     Handakilerle vedalaşıp yola düştüğümüzde sabahın ilk ışıkları çoktan kendini göstermeye başlamıştı. Topaz Köy, güzel insanları olan güzel bir yerdi ve şimdi belki de bir daha asla dönmemek üzere buradan ayrılıyorduk. Egehan'la ilk görevimiz, görüntümüzü koruyabilmek için topaz taşı almaktı ve bu görevi sorunsuzca halletmiştik.

Şimdi sıra sorunlu bir görevdeydi.

"Şu kral," dedim bakışlarım yerdeyken. "Neden acımasız?" Yoldaki topaz öbekleri hâlâ ayaklarıma takılmaya devam ediyordu.

Egehan da merakla Alkın'a baktığında Alkın "Yıldız kralları güçlerini gerçek yıldızlardan alır. Bu da çok büyük bir enerji demek. Bu enerji içlerinde kontrolsüz öfkeye dönüşür ve en küçük olayda bile taşkınlık çıkarabilirler." diye açıkladı.

İlginçti. Acaba onlar da dünyadan buraya gelen sıradan insanlar mıydı yoksa bu evrenin gerçek sakinleri miydi?

"Peki orası nasıl bir yer? Her yerde yıldızlar falan mı var?" diye sordum.

Alkın başını sallayarak "Aslında evet. Orası bu gezegendeki bir yırtık. Takım yıldızlarıyla doğrudan bağlantısı var. Bu yüzden yıldızlar da kolaylıkla her zaman görülebiliyor." diye cevap verdi.

Egehan şüpheyle "Sen bunları nereden biliyorsun? Kitapta böyle bir bilgi gördüğümü hatırlamıyorum." dedi. Kitabı okumadığımı belli eden hiçbir şey yapmayarak Egehan gibi ben de şüpheli bakışlarla Alkın'a baktım.

Alkın kibirli bir şekilde "Adın neydi?" diye sorduğunda Egehan homurdanarak "Zoran." diye cevap verdi.

"Zoran...bunu herkes bilemez çünkü bazı bilgilere sadece soyluların erişimi vardır. Krallığımdaki kütüphane bu gezegendeki en büyük kütüphanelerden biri. Oradaki bir kitaptan okumuştum." dedi.

Kibirli tavırlarına gözlerimi devirdim. Kütüphaneyle mi hava atıyordu yani? Ejderhaya dönüşüp uçabiliyordu mesela, bununla övünse daha mantıklı olurdu. Kitaplarla aram iyi olmadığı için böyle düşünüyor da olabilirdim tabii.

Egehan'ın zaten buruşuk olan yüzü daha da buruşurken ellerini yumruk haline getirdi. Sanırım üstüne atlamamak için kendini dizginlemeye çalışıyordu. Bizim dünyamızda da Alkın'ı sevdiği pek söylenemezdi. Bu yüzden şu an ona iki kat fazla öfkeli olmalıydı. Sol elimi Egehan'ın omzuna koyarak uyarı amaçlı hafifçe sıktım. Öfkesine hakim olamazsa her şey mahvolabilirdi.

"Oraya gitmemiz ne kadar sürecek?" diye sordum. Artık yumuşak topraklı bir patikada ilerlemeye başlamıştık. Sürekli bastığım yere bakarak gitmek zorunda değildim.

Alkın bana bakmadan "Büyük ihtimalle beş gün." diye cevap verdi.

Sıkıntıyla iç çekerek "Acaba uçarak gitsek daha iyi olmaz mı?" diye sordum. Beş gün bu sıkıcı ikiliyle yürümek tam bir işkence olacaktı.

Alkın bu sefer bakışlarını bana çevirip şu an açık mavi görünen gözlerini gözlerime dikti. "Hayır."

Ofladım ve yürümeye devam ettim. Fakat bir sorun vardı. Bir süre sonra bu evrenden ayrılmak zorunda kalacaktık ve hepimiz aynı anda ayrılmıyorduk. Aynı anda bu evrene geri de dönmüyorduk. Birbirimizi beklemek zorunda kalacaktık ve bu tam bir zaman kaybı olacaktı.

Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf DövmecisiWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu