27|Prensesin Uykusu

1.2K 114 65
                                    

Hikayemiz 5k okunmaya ulaşmış! Okuyan, özellikle de oy verip yorum yapan herkese tek tek teşekkür ederim ❤️

Bu evren sizlerle güzel. İyi ki varsınız 🤗

Hepinize mutlu, sağlıklı ve başarılı bir yıl diliyorum. Umarım bu yıl bazı şeylerin biraz daha düzeldiği ve yüzümüzü güldüren bir yıl olur.

Keyifli okumalar!

     Prenses mi? Yine mi prensestim? Bu soylu hayatından bir türlü kurtulamıyor olmam gerçekten problem olmaya başlamıştı.

Şaşkınlıkla "Prenses mi?" diye sorduğumda Alkın'ın bakışları bana döndü ve yüzüme anlamsızca bakmaya başladı. Sanırım pot kırmıştım fakat o kadar şaşırmıştım ki bu tepki ağzımdan istemsizce çıkmıştı.

"Kral hazretleri gerçekten çok öfkeli. Bu sefer onun hiddetinden kurtulamayacaksın." dedi hancıyı öldüren muhafız.

Muhafızlardan diğeri eline fenere benzer silindirik bir cisim aldı ve kapağını açtı. Parlaklığım fenere doğru çekilirken vücudumda tuhaf bir uyuşma hissettim. Bütün duyularım ve hislerim o fenerin içine hapsoluyor gibiydi. Bedenim de fenerin içine çekilirken görebildiğim son şey, Alkın'ın, kılıcını muhafızlara doğrultup saldırmaya başladığıydı.

<<<•>>>

Gözlerim yavaşça açıldı. Geniş bir kubbenin altında, sert bir zeminde uzanıyordum. Kubbe, evrendeki bütün yıldızları içine sığdırmış gibi parlıyordu. Kubbenin bazı noktaları pembemsi ışık bulutlarına, bazı noktaları ise mavi ve daha farklı renklerin hakim olduğu yıldız topluluklarına ev sahipliği yapıyordu.

Bakışlarımı bu renk cümbüşünden çekip karnıma indirdim. Ellerim, pembe renkli bir çiçek demetini kavrayarak karnımın üzerinde birbirini bulmuştu. Üzerimde beyaz saten ve uzun bir elbise vardı. Üzerinde yıldız şekilli altın parçacıkları bulunan mor saçlarım göğüslerime şelale gibi dökülmüştü.

Buraya nasıl gelmiştim? En son ne yaptığımı hatırlamaya çalışırken başıma büyük bir ağrı saplandı ve bu da yüzümün acıyla buruşmasına sebep oldu. Zihnimde iki tane yüz canlandığında bir süre boş bir şekilde kubbeye baktım.

Mavi gözlü ve gece gibi siyah saçlı, yakışıklı biri ile geniş yüzü, kara gözleri ve onun gibi kara bıyıkları olan bir cüce. Prens Dorian ve Zoran.

Adlarını hatırlamıştım fakat onlarla ne ilgimin olduğunu hatırlayamıyordum. Beynimin içinde parça parça görüntüler cirit atıyor olsa da anlamlı bir olay örgüsü çıkaramıyordum. Sadece onları bir şekilde önemsediğimi hissedebilmiştim.

Uzandığım yerden zorlukla doğrularak elimdeki çiçek demetini yanıma bıraktım ve ayağa kalktım. Burası beyaz mermerden yapılan küçük dairesel bir odaydı. Odayı çevreleyen on iki tane kolon vardı ve bu kolonların arasında da demirle kafeslenmiş pencereler bulunuyordu.

Karşımdaki yıldız işlemeli kapıya doğru yürüdüm ve kapalı kapıyı açmaya çalıştım fakat kilitliydi. Sıkıntıyla demir parmaklıkları olan pencerenin önüne gittim. Karanlık, şehrin üzerinde hakimiyetine devam ediyordu. Krallıktaki bütün binalar ve onların küçük ışıkları ayaklarımın altındaydı.

Pencereden çekilerek bu sefer tam karşıdaki pencereye yürüdüm. Şimdi manzara değişmişti. Büyük bir arena, düzenli aralıklarla dizilmiş meşalelerle aydınlatılmıştı. Şimdilik arenada hiç kimse yoktu fakat sanki her an bir olay gerçekleşebilirmiş gibi hazır tutuluyordu.

Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf DövmecisiWhere stories live. Discover now