Gülümsemeye çalışarak "Sağ ol ama bunu kendim halletsem daha iyi olur." dedim. Elimi elinden çekerek arabadan indim ve kapıyı kapatıp arkama bakmadan eve yürüdüm. Kapıya ulaştığımda kendime gelmem için kısa bir süre beklemem gerekmişti. Serin havayı son kez uzunca içime çekip zili çaldım. Birkaç saniye sonra kapı açıldı ve annem gülümseyerek geri çekilip bana yol verdi.

"Hoş geldin hayatım. Bu sefer saate dikkat ettin, aferin." dediğinde başımı sallayıp gülümsedim. Salonun yanından geçerken içeriye göz atıyormuş gibi yaparak "Babam yok mu?" diye sordum.

Annem kollarını göğsünde kavuşturup yorgun bir şekilde kapının pervazına yaslandı. "Hayır, hastaneden aradılar. Acil bir ameliyatı çıktı. Bu gece geç gelecek." diye cevap verdi.

Gözlerim yanmaya başlarken bakışlarımı kaçırıp "Anladım. Ben de bir duş alıp biraz çalışayım. Sonra da uyurum." diyerek merdivenlere yöneldim.

"Yemekte neler oldu anlatmayacak mısın?"

Duraksayıp başımı ona doğru çevirerek "Yarın anlatayım. Ders çalışmam lazım. Zaten pek de bir şey olmadı." diye cevap verdim. Yalandı. Çok büyük bir şey olmuştu.

Hızlı adımlarla yukarı çıkıp odama ulaştığımda daha fazla dayanamayıp hıçkırarak ağlamaya başladım. Hayatım tepe taklak olmaya başlamıştı ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu. Dövme yaptırmadan önce her şey çok güzel ve sakindi. Derslerim ve netlerim dışında endişelendiğim hiçbir şey yoktu fakat şimdi gözüm netleri görmüyordu.

Omzumda hissettiğim yanmayla nefesimi hızla içime çekerken ilk kez oraya gideceğim için mutluydum. Bu dünyadan kısa süre için de olsa uzaklaşmaya ihtiyacım vardı.

<<<•>>>

Gözlerimi açtığımda Topaz Köy'deki hanın bar kısmında duruyordum. Sabahın erken saatleri olmalıydı. Güneş daha doğmamıştı fakat gökyüzü ufak ufak aydınlanmaya başlamıştı. Etrafta kimse yoktu. Köyün sakinleri uyuyor olmalıydı.

Bir sandalye çekerek oturup Zoran kılıklı Egehan'ı beklemeye başladım. Kafamı dağıtacak bir şey yapmak istiyordum fakat burası sınırlı olanakları bulunan küçük bir yerdi ve tek yapabileceğim tabak çanak yıkamak olurdu herhalde.

Ya da kahvaltı hazırlayabilirdim. Buradaki insanlara da bir hayrım dokunurdu çünkü gördüğüm kadarıyla yemek yemek onlar için bir işkenceye dönüşmüştü. Ahşap barın arkasında kalan kapıya ilerleyip son kez etrafı taradım ve kapıyı açarak mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere girdim. Burası yemek yapmak dışında savaşmak için de kullanılmış olmalıydı çünkü bu dağınıklığın başka bir açıklaması olamazdı. Oldukça küçük olan mutfağın tam ortasında büyükçe ahşap bir masa, iki duvarda da eski ve yıkık dökük dolaplar bulunuyordu. Sağ tarafımdaki taştan yapılan lavabodaki musluktan su damlıyor, üstündeki dolabın açık kapağından kirli bir bez sarkıyordu. Bardaklar ve tabakların çoğu ya lekeli ya da kirliydi. Karşı duvarda bir taş fırın, onun üzerinde yamuk yumuk asılmış tava ve tencereler bulunuyordu. Bütün dolapların içi dışına çıkmış gibi her yer her yerdeydi.

Fazla vakit kaybetmeden hızlıca ortalığı toparladım. Sonra yenebilecek her türlü malzemeyi ahşap masanın üzerine koydum ve neler yapabileceğimi düşünmeye başladım. Buradaki yiyecekler dünyadaki gibi değildi. Biraz farklı görünüyorlardı fakat yenebiliyorlarsa hiçbir sorun yoktu.

Önce tanıdık olan malzemelerden ekmeği, yumurtayı ve domates ile biber olduğunu tahmin ettiğim sebzeleri bir kenara ayırdım. Domates dünyadaki gibi yuvarlak değildi fakat onun dışındaki özellikleriyle beni domates olduğuna ikna etmişti.

Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf DövmecisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin