Dudakların saydamlığı

446 42 99
                                    

Saat akşam sularıydı  renjun, balkonunda 5 çayını içiyordu. Her zaman az şekerli, çiçek desenli porselen fincanında ve yanında damla çikolatalı kurabiyeleriyle birlikte içerdi beş çayını.

Kendisi her ne kadar kore soyundan gelen bir çinli olsa da kingsman'a katılmadan önce ingilterede kraliçe elizabeth'in bizzat uşaklığını yapmış, ve yarım milyon dolarlık küpelerini çalıp, kayıplara karışmıştı. Ancak bu sırada, kız kardeşini ingiltere de bırakmak zorunda kalmış ve koreye geri dönmek için kaçak bir yük gemisine binmişti. Yani ingiltere onun ruhunda bir sürü iz bırakmıştı.

Güneş yavaş yavaş batarken renjun derin niro iç çekti ve çayından bir yudum aldı. Minhyung geri döndüğü için tüm işlere ara vermiş ve dinlenmeye çekilmişlerdi, en azından şimdilik. Birden telefonuna gelen bildirim ile telefonunu eline aldı. Mesaj bizzat lucas'tan geliyordu. Ve pek de iç açıcı bir mesaj değildi...

"Her şeyi biliyorum, ilk tanıştığımız yere gel..."

İşte şimdi hapı yutmuştu renjun. Oraya gitmekten başka çaresinin olmadığını çok iyi biliyordu ve lucas eğer her şeyi biliyorsa tüm emniyetin öğrenmesi an meselesi olacaktır. Ancak renjun'un korktuğu şey bu değildi, korktuğu şey lucas'ı kaybetmekti...

Bu yüzden hızla masadan kalktı. Porselen fincanı yere düşüp parçalara ayrıldığında umursamadı ve kırıkların üstüne basarak içeri girdi. Askılıktan ceketini aldı ve laboratuvara gelen jaemin'i es geçerek dışarı çıktı.

"Hey nereye gidiyorsun?!"

"İşim var!"

"Sigara almayı unutma!"

Jaemin'i onaylayarak yoluna devam etti. Otobüsün gelmesine yarım saat vardı ve renjun'un bekleme lüksü yoktu. Bu yüzden tabanları yağlayarak koşmaya başladı.

Rüzgar tüm gücüyle eserken fizik kurallarına meydan okuyarak gidiyordu renjun, şimdiden gözleri sulanmıştı. İnsanlara çarpıyor ve bazen onların düşmesini sağlıyordu, ama varmasına çok az kalmıştı. Sadece biraz daha, biraz daha koşmalıydı. Ciğerleri deli gibi yanıyor olmasına ve ağlamasına rağmen duramazdı...

Sonunda geldiğinde karşısında dağ gibi duran lucas ile göz göze geldi. Lucas'ın yüzünden hiçbir şey okunmuyordu. Hissiz gözleri ve nemrut taşlarını andıran suratı renjun'u korkutuyordu. Derince yutkunup gözlerini kaçırdı renjun. Tüm hayatı boyunca hiç bu kadar gerilmemişti. "Benimle gel huang renjun..." dedi lucas. Yavaşça renjun'un elini kavradı ve adımlarını kademeli olarak hızlandırdı. Renjun onun arkasından sürüklenirken yetişmeye çalışıyordu.

Buldukları ilk çıkmaz sokağa giren ikili derin nefeslerle birbirlerine bakıyordu. Renjun'un zaten dolu olan gözleri iyice dolmuştu, ve bakışlarını kaçırmaktan başka bir şey yapamıyordu...

"Bugün ikimiz de doğruları söyleyeceğiz. Her şeyi, tüm saydamlığıyla açıklığa kavuşturacağız...köstebek..."

Renjun şokla lucas'a baktığında lucas kendinden kendinden emin duruyordu. "Kod adımı nereden biliyorsun?" Dedi sinirle renjun. Tam lucas'ın üstüne yürüyecekti ki lucas onu duvara yapıştırdı ve kaçmaması için ellerini duvara yaslayıp iyice renjun'a yaklaştı.

"Doğrulardan kaçamazsın renjun! Şimdi kaçamadığın gibi..."

Renjun lucas'ın nefesini hissediyordu, sanki yüzünü okşuyor gibiydi. Bedeninden yükselen sınırlı üretim parfümünün kokusu ciğerlerini dolduruyor, biraz da mayıştırıyordu onu.
"Konuş renjun...içinden ne geçiyorsa bana söyle. Her şeyi..."

Renjun emin değildi, binlerce düşünce zihnini kemirirken karar vermesi çok zordu. Şuan mantıklı düşündüğü de pek söylenemezdi zaten. Zira karşısında duran koca beden yüreğine ki derin duyguları çığ misali büyütüyordu. Elden ne gelirdi ki, yalanlarıyla güvenini kaybetmek istemiyordu lucas'ın.

"Kingsman için çalışıyorum, 6 yıldır...silah ve mermiler tasarlayıp pazarlama yapıyorum. Ayrıca, operasyonlarda ki kimyasalların çoğunu ben hazırlıyorum. Zehirli mermiler, eczane sektöründe ki tüm ilaçlar, aklına gelebilecek her kimyasal...hekim diplomam olduğu için yaralananları ben tedavi ediyorum...Oldu mu?! Tüm doğruları açıkladım! Ama neden kendimi bok gibi hissediyorum?! Lanet olsun..."

Tüm söylediği şeylerden sonra ölümünün yaklaştığını hissediyordu renjun. Her şeyi bülbül gibi şakımıştı ve tüm kingsman sistemi çökerse bu onun suçu olucaktı. Yine de omuzlarındaki yükün bir kısmının gittiğini hissediyordu. Bu yüzden derin bir nefes verdi ve gözlerini kapattı. Göz yaşları tek tek çakıl zeminle buluşuyordu. Ay tam üstlerinde parlarken lucas hafifçe tebessüm etti. Biraz daha yaklaştı, renjun'u  delirtmek istercesine burunu renjun'un yanağına sürttü. Renjun böyle bir şey beklemediği için uğradığı şok ile yüzünü lucas'a döndüğünde ise beklediği şey sıcak dudaklar hiç değildi...

Evet...doğru görüyordu, bir yanlışlık yoktu. Lucas kesinlikle renjun'u öpüyordu.
Lucas bir elini renjun'un beline sardı. Ve kendine çekip öpücüğü derinleştirdi. Renjun anın aourasıyla kollarını lucas'ın boynuna sardı ve karşılık vermeye başladı. Öylesine güzel hissettiriyordu ki; Bulutların üstünde geziniyormuş gibi. Hiç düşmeyecekmiş gibi güvenli. Ya da düştüğünde kaldırabilecek kadar güçlü hisler. Ciğerlerinde ki oksijen tükenene kadar öpüştü iki genç. Tutkuyla ve aşkla dudaklarını sevdiler. Zira ikisi de biliyordu ki, birbirlerinden başka kimse onlara istediğini veremezdi. Haklılardı da...

Lucas yavaşça ayrıldı renjun'un dudaklarından ve aynı hızda geri çekildi. Sonra da hafifçe tebessüm etti ve "Sıra bende..." dedi. Cebinden cüzdanını çıkardı ve içinde ki ciltli resmi renjun'a gösterdi.

"Mark lee'yi Tanıyor musun?"

Renjun düşünmeye çalışıyordu. Bir an aklına donghyuck'un minhyung'a mark dediği aklına geldi.

"Lee Minhyung! Kingsman'ın başında ve bizim liderimiz."

"Mark o kadar akıllı mıydı? Vay canına..."

"Ne demeye çalışıyorsun lucas?" Dedi kuşkuyla renjun. Lucas'ın ne dediğini bir türlü anlayamamıştı. Ancak lucas onun merakını dindirmek için cüzdanını cebine geri koydu ve sözüne başladı.

"Mark ve benim babalarımız bir. Aynı senede farklı kişilerle yatan ve kadınlara bir obje gibi davranan adi bir babamız vardı. Ve ben 15 yaşından beri mark'ı arıyorum. Her ülkeye illegal bir şekilde giriyor, kılık değiştiriyor ve karış karış hangi deliğe düştüğünü bulmaya çalışıyorum." 

Şimdi tüm parçalar birbirine oturuyordu. Renjun her şeyi anladığına kanaat getirdi ve başını yavaşça salladı. Yüreğinde derin bir burukluk vardı, lucas'ın onu kullandığını düşünüyordu. Lucas bunu fark etmiş olacak ki yavaşça küçüğüne yaklaştı ve parmaklarını onun çenesine sararak başını kaldırdı ve kahverengi harelerin en derinine bakarak "Seni kullandığımı düşünme renjun-ah, seni hala deliler gibi seviyorum...hem de çok..." 

Renjun'un gözleri, duyduğu şeylerle parlamıştı. Bu sefer dudaklarını birleştiren ilk kişi renjun olmuştu. Bu öpücük ilk öpücüğe göre daha masumdu. Sevgi vardı içinde, duygular yoğundu ve masumluk ön plandaydı. Bir çeşit minnettarlık göstergesiydi bu ikisinin arasında. Tanrıya yalvaracak kadar köklü bir minnettarlık....

!!!!!!!!!!

Bir kaçamak bölüm daha! 

Yazmışken atıvereyim dedim. 


Umarım bölümü beğenmişsinizdir, anlatımım biraz zayıf kaldı ama olsun. 

Hatam varsa affola diyelim.

İYİ OKUMALAR SİZİ SEVİYORUM!! < 3<3<3<3<3

Kingsman: DreamWhere stories live. Discover now