› liseli âşık

Start from the beginning
                                    

Az önce susan o değilmiş gibi aniden "Saçlarını mı boyattın?" diye sordu. Yerdeki gözlerimi ona çevirip dün rengi akmış olduğu için tekrar boyadığım saçlarımı düşünerek başımı salladım. Bakışlarım kısa bir an sarının koyu sayılabilecek bir tonu olan saçlarına gitti, yüz kere saçımı açsam bir kere bu tonu tutturamazdım. Bunun verdiği hüzünle "Sizin saçlarınızda çok güzel tutardı boya." dedim.

Dediğim şeyle dudakları yamuk bir şekilde kıvrıldı. Ben daha bu tepkisini sindirememişken "Ben de tam renkli saçların adamıyım kaptan." dedi alay dolu bir sesle. Bununla birlikte gözümün önüne gelen görüntü dudaklarımdan tutamadığım bir gülüş çıkmasını sağladı. Antrenör kesinlikle kendi rengiyle iyiydi.

"Ben de değildim aslında, bir sabah karar verip öğleninde boyattım. Boyalı saç bağımlılık gibi, şimdi normal rengime dönsem gözüm..."

Uzun sayılabilecek bir süre genelde benim anlattıklarımla ilerleyen konuşmamız gelen seslerle bölündü. Anında ayağa kalkıp kapıya doğru giden iri bedenin arkasından hızla ilerledim ben de. Kapının kilit sesi ve hemen ardından elinde fenerle kapıyı açan güvenlik görevlisi çıktı, onu gördüğüme iki saat önce olsa namaz kılabilecekken şimdi surat asacak gibi hissettim.

Yüzü yaşın getirdiği kırışıklıklarla kaplanmış olan adam bize şaşkınlıkla bakarken, ben antrenörün onu sertçe azarlamasını, içeri bakmadan gitmesinin ne kadar sorumsuzca bir hareket olduğunu uzun uzun anlatmasını bekledim fakat o bunun yerine sadece durumu kısaca özetledi ve "Bir dahakine dikkatli ol, çocuklar da olabilirdi içeride kalan." dedi.

Şaşkın şaşkın antrenöre bakarken görevli inanılmaz mahçup bir tavırla özürler diledi. İkimiz de çok uzatmadan bir sorun olmadığını söyleyip son saatlerimizin geçtiği soyunma odasından önde ben olmak üzere ayrıldık.

Kapıya doğru ilerlerken aynı zamanda serin hava dolayısıyla kapşonlumun önünü kapatıyordum. Dış kapıyı büyük bir gürültü eşliğinde açtığımda az kalsın çarpacağım bedeni bu nedenle hemen görmemiştim.

"Lavin?" dedim şaşkınlıkla. Eve gittiğini sanıyordum, onu camdan gördüğümden beri uzun bir zaman geçmişti. Bana ters bir bakış attı ve "Neredesin sen be? Sevo'yu aradım buraya geldiğini söyledi, buraya geldim güvenlik kimse olmadığını söyledi. Seni aradım telefonun kapalı. Hayır dışarı atılsak eve alınmayacağız anasını satayım." dedi. Kaşları çatılmış ve rüzgar dolayısıyla yanakları kıpkırmızı olmuştu.

Kahkaha atıp "Hiç sorma amına koyayım, az kalsın sabaha kadar içeride kilitli kalıyordum." dedim. Yaşadığım her şeyle dalga geçebilme kapasitesine sahip olduğumu biliyordu, bu yüzden yadırgamadan "Kilitli mi kaldın?" diye sordu hevesle. Göz devirip onayladığımdaysa geceye büyük bir kahkaha bıraktı o da.

Saçını karıştırıp dağıtırken aklıma gelen ayrıntıyla kaşlarımı çattım. "Sen niye beni bu kadar bekledin hayırdır?"

Saçındaki elimi uzaklaştırıp yüzüne sevimli bir gülümseme yerleştirdi. "Anamla kavga ettim, hiçbir arkadaşıma da güvenmem bilirsin. Size kaldım yani." dedi kısaca. Lavin'in ailesiyle sorunları olduğunu biliyordum, bu yüzden defalarca bizde kalmıştı. Bunu ikimiz de yadırgamazdık çünkü çocukluktan beri birlikte büyüdüğünde kardeşin gibi oluyordu karşındaki.

Ne kadar üzülmüyor gibi gösterse de içten içe üzüldüğünü biliyordum ailesiyle kavga ettiğinde. Bu yüzden onu bekletmeden "Olur güzelim gidelim, yolda da dondurmayla film falan izlerken yiyecek bir şeyler de alırız." dedim, kolumu omzuna atarken. Tam o sırada hissettiğim bakışlarla refleks olarak sağ çaprazıma baktığımda, antrenörün grileriyle karşılaştım. Bana bir saniyeden kısa süren bir bakış atıp ters istikamete doğru ilerlemeye başladı.

Antrenör [b×b]Where stories live. Discover now