23

30 18 3
                                    

İşe bakın ki yıkılan huzurumun ardında saklı şey hemen gösterdi kendini. O ürkütücü ses geri geldi. Koluma yapılmış iğnenin hafif sızısını hissetmeye başladım ve ateşlenmiş bedenimin her yanından ter damlaları süzülüyordu. İşte bu olmamalıydı. Tam kurtuluşa ermiş iken vahşet sahnesinin ortasına bırakıldım. Bu sırada bir şeyler sayıkladığımı hatırlıyorum ama ağzımdan neler çıktı, çıktıysa bile bir anlamı var mıydı bilmiyorum. Kısa süren sızlanma ve sayıklamamdan sonra zihinsel bulanıklığımı geride bıraktım. Artık bedenimin kontrolü yine bendeydi. 


Görüyordum, duyuyordum ve hissediyordum yeniden. Ama görmek ve hissetmek istediğim yer hiç de burası değildi. Kitabın anlattığı o kutsal mekanda olmayı istedim bütün kalbimle. Ama orada değildim. Hayata ara vermeden önce gördüğüm tablonun ufak değişiklik geçirmiş halindeydim şimdi. Cheney karşımda, ayakta duruyor ve endişeli şekilde bakıyordu. Ama inanmak istemedim. Gözlerindeki o korku, beni kandırmak için kullandığı bir eşya idi sadece.

Başımı çevirip omuzumun dibinde duran o adama baktım. Normalde olsa şok geçirmem gerekirdi fakat artık her şey normal geliyordu bana. O kişi, canımızı emanet ettiğimiz doktorun ta kendisiydi. Merisi gibi akıllı birini tek başına öldüremeyeceği belliydi. Ona yakın birilerinden yardım alması elbette tuhaf değil.


Doktor da gözlerini bana dikmişti. Ben ona bakınca el sallar gibi elini yüzümün önünde sağa sola salladı. Ardından Cheney'e bir şeyler homurdandı ve toparlanıp gitti. Ne yapacaklarını artık kestiremiyordum. Ne düşünüyorsam hiçbiri uymuyordu bu duruma. Madem düşündüklerim ile gerçeklik uyuşmuyor, ben de ipleri kadere bıraktım. Artık sadece bilinmezi bekliyordum ve çıldırmadan önce bu işin bitmesini istiyordum.


Cheney, birkaç dakika beni süzdükten sonra masanın öbür ucundaki sandalyeye oturdu. Oradan da beni izledikten sonra önünde duran kağıtlara odaklandı. İşte bir kaçma fırsatı çıkmıştı bana. O, uğraştığı şey her ne ise ona odaklanmışken aniden kalkıp kaçacağım buradan. Ama kağıtlara odaklanamadığı belliydi. Işık yetersizliği yüzünden okuduğu yeri parmağıyla takip ediyordu. Bazen düzgünce okuyup geçiyor bazen de aynı yere tekrar tekrar sürtüyordu parmağını. Çabucak bu durumu kavradım. Okuyamadığı yerlerde başını kaldırıp bana bakıyordu. Ben de odaklandığı bir anda firar etmeliyim buradan. Lakin bir soru parladı zihnimde:Ya bağlı isem? Şu ana kadar hangi katil, kurbanını serbestçe oturtmuştur yerinde? Ellerimin bağlı olmadığını görebiliyordum, ikisi de dizlerimin üzerindeydiler. Sessizce ayaklarımı oynattım ve onların da serbest olduğunu anladım. Şimdi ise kaçmanın tam zamanıydı. Cheney kağıtların esiri olduğu bir esnada ayağa kalktım ve olabildiğince hızlı gitmeye çalıştım. Ama olmadı. Gözlerimin kararması ile kontrolümü kaybettim ve kendime geldiğimde yerde buldum kendimi.


Cheney ise doğal olarak peşimden geldi ve yenik düşmüş bedenimi yeniden sandalyeye oturttu. Gözlerimin içine baktı ve şu sözleri söyledi:


"Neler oluyor Bay Ozario? Neden kaçıyorsunuz?"


Hiçbir şey olmamış gibi davranması gerçekten sinirimi bozdu ve ben de son derece öfkeli şekilde neler olduğunu bağırdım ona. Bağırmaktan çok patlamak kelimesini kullanırsam daha doğru olacaktır. Cheney ise şok geçirmiş halde kalakaldı ve "Bu doğru değil!" diyerek savunmaya geçti. Ardından "Siz delirmişsiniz!" diye ekledi. Evet, delirdim. Delirdim çünkü siz delirttiniz beni!


-45-


Siz de bilirsiniz ki Bay Nash, bir insan her ne kadar güçlü ve sağlam gözükse de bu görüntüyü tamamen etkisiz hale getirecek şey bellidir. İnsan zihni aslında hiç de dayanıklı bir şey değil. Kötü bir şey yaşadığımızda daha sonra gerçekleşen şeylerin de kötü yanına bakıyoruz. Duygular, mantığı buğulandırdığı zaman görüntü alanı daralıyor. İşte böyle bir zamanda, insanı delirmenin sınırına getirecek tek şey olarak büyüklüğü fark etmeksizin daha fazla olaylar kalıyor. Yukarıda anlattığım anılarımı hatırlayınca bu gerçeği çok net şekilde görebildim. Tabi bu narin şey, insanı yerin dibine sokabildiği gibi toparlanıp daha yüksek bir seviyeye de sıçratabiliyor.


Bahsettiğim bu karmakarışık olay gerçekleşip bittikten sonra, yani odama dönünce sakinleşip düşünmeye çalıştım. Elbette etkisi altında olduğunuz hisleriniz, gerçeği algılamada bozukluk ortaya çıkarıyor. Ama sakin geçen bir sürenin ardından, başıbozuk bir at gibi şahlanmış ve bir oraya bir buraya koşturan hisleriniz sonunda yoruluyor, yavaşlıyor ve ehlileşiyor kendi kendine. Ben de zihnimdeki atı durdurabildiğim bir zamana erteledim düşünme işini. Ertesi gün, yaşadığım olayın etkisi üzerimden kalkınca yaşadıklarımı tek tek inceledim. İnceledikçe pişman oldum. İnceledikçe battım. Çünkü her şey apaçık ortadayken gözüm körleşmişti.


Aslında Cheney'in beni öldürme gibi bir niyeti yoktu, Bay Nash. Ben, kendi kurguladığım korkularım yüzünden bayılınca Cheney yardım etme amaçlı sürüklemişti beni içeriye. Sürükledi diyorum çünkü fiziksel olarak ondan daha iri ve ağırım. Beni sürükleyebilmiş olması bile takdir edilebilecek bir şey aslında. Sonra gerçekleşen şeyler ise onun paniklemesinden dolayıydı. Yanında getirdiği doktor, onun suç ortağı değil sadece bana yardım etmek için gelen kişiydi. Yaptığı iğne ise, tahmin ediyorum ki, sakinleştiriciydi. Neden bir sakinleştirici iğne yapması gerektiğini inanın bilmiyorum. Zira ben o an yaptıklarımın farkında değildim ve birilerine zarar vermiş olsam bile hatırlamıyorum. İğnenin etkisi geçip kendime geldiğim zaman doktorun bana el sallaması da kontrol amaçlıydı diye zaten belli bir şeyi açıklamama gerek yok sanırım. En son olarak Cheney'in sürekli bana bakması da beni merak etmesindendi. Elbette kaçıyor muyum diye değil, iyileşiyor muyum diye.


Bunların farkına vardığım zaman resmen pişmanlığa boğuldum. Hatta keşke sandıklarım gerçek olsaydı da böyle aptal bir duruma düşmeseydim diye kızdım kendime. Ama elden ne gelir ki? Yaşanmış bir şeyi kimse değiştiremez. Ama yaşanacaklar ile yaşanmış düzeltilebilir. Ben de öyle yapmaya çalıştım. Tüm gün boyunca değil odamdan dışarıya çıkmak, ufak bir ses dahi çıkarmak acı verici geldi bana. Şükür ki güneşin batması ile utancım da yatıştı ve başımı dışarıya çıkarabilecek cesareti bulabildim kendimde. Azarlanmış bir çocuk gibi boynu bükük ve sıkkın şekilde koridordan geçip güvenliğin yanına gittim ve Cheney'in nerede olabileceğini sordum. Dünkü yerinde olduğunu öğrenince merdivenlere yöneldim ama en fazla on beş basamaklı olan bu merdiven, sonsuzluğa çıkıyormuş gibi gözümde büyüdü. Derin bir nefes alıp adım atmaya zorladım kendimi. Sanki her basamağa değince ayağıma dikenler batıyormuş gibiydi. Gidip Cheney ile konuşmak ızdıraplı geliyordu ama yapmak zorundaydım. Birini katillik ve kaçırma ile suçlayıp sonra hiç sıkıntı duymamak utanç verici bir şey olur.


Dikenli basamakları sonunda aşıp koridora ulaştığımda işte orada duruyordu. Dün, korkuyla yaklaştığım o kapı şimdi "Ne var? Yine mi sen?" der gibi duruyordu öylece. Yine de pes etmemeliydim, toparladığım cesaretimi ucuz bir kapı mı yıkacaktı? Dik bir duruş ve düz bir ifade ile yaklaştım az önce beni eleştiren kapıya. Tam önünde durdum ve içimden meydan okudum ona.


-46-

Tepenin GözleriWhere stories live. Discover now