13

41 22 9
                                    


Üst üste gelen cehennemi felaketlerin ardından çıldırmak üzereydik. Az önce neşeyle muhabbet ettiğimiz şoförün de korkudan gözleri fırlamıştı ve arkadakiler de geri dönmek için yalvarıyordu. Başka seçenek yoktu, geri dönmek şart oldu.


Kırık ön camdan içeri giren esintinin sıyırışlarına maruz kalarak geldiğimiz yöne geri döndük. MRSC ekibi, daha fazla zaman kaybetmemek adına beni merkezde bıraktılar ve yardımım için teşekkür edip arkalarına bile bakmadan kaçtılar. O an, beni de alın götürün buradan, diyip kaçasım gelmişti fakat öncelik kendi canlarıydı.


Merkeze döndüğümde, başımıza neler geldiğini Müdür Basilio'ya anlattım. Yolda durup bize saldıran kar kütlesinden ve sonra neredeyse bizi öldürecek olan vahşi baykuşlardan söz ettim. Bay Basilio da duyduklarından hayrete düşmüştü. Ama pek fazla üzerinde durmadan konuyu değiştirdim ve artık burada kalmak istemediğimi yeniden söyledim. Müdür Basilio ise, çok da umursamaz bir hal ile, benim istifamın geçersiz olduğunu tekrarladı ve sustu. O zaman öfkeyle kalkıp odama doğru yol aldım.


Odamdayken, acaba başıma daha neler gelebilir diye kendi kendimi yiyordum. Öyle bir ruh haline bürünmüştüm ki, odamın pencerelerine yaklaşamıyor ve bir baykuşun saldırısına uğrayacağım korkusuyla fazla hareket edemiyordum. Kendimi rahatlatabilmek adına bir şeyler yapmak istiyordum. Odamda bir oraya bir buraya yürüyüp düşünüyor fakat düşündükçe daha beter oluyordum. En sonunda bir yerlere oturdun. Kanepemdeydim, belki düşen uçak ile ilgili bir haber alırım diye yanıma aldığım radyomu umutsuzca ayarlamaya uğraşıyordum. İlk denememden farksızdı, cazırtılı insan konuşmaları dışında bir şey yoktu. O an kapımın tıklanması ile yerimden sıçradım. Az önce sadece karnımda hissettiğim korku, şimdi bütün bedenime yayılmıştı. Titreyerek de olsa kapıyı açabildim ve karşımdaki top sakallı adamı nazikçe başımla selamladım.


"Basilio, belki yardımım dokunur diye beni size yolladı, Bay Ozario. Girebilir miyim?"


Gelen kişi, daha önce bana pansuman yapmış Merisi idi. Her ne kadar istemesem de, nezaket göstermek istediğimden olsa gerek, içeriye aldım. Yavaşça yürüdü ve az önce kalktığım üçlü kanepeye oturdu.


Sehpanın üzerinde durup cazır cazır bağıran radyoya aldırış etmeden benim de oturmamı bekledi. Aleti susturup hemen yanındaki tekliye oturduğumda konuşmaya hazırdık.


"Bay Basilio, son zamanlarda yaşadığınız olaylardan bahsetti, Bay Ozario. Başınıza gelen olaylar hakikaten zor şeyler ve ben de, bir psikolog olarak, size yardım etmek isterim."


Hayır, ben yardım falan istemiyordum. Tek istediğim şey, bu acayip merkezi ve tuhaflıklarıyla ünlü bu şehri terk etmekti. Ama Merisi de Basilio gibi ısrar ediyordu. İkisi de bir şekilde burada kalmamı istiyorlardı. Akıllarındaki plan neydi? Beni çıldırtarak öldürmek mi istiyorlardı?


"Reddetmeniz doğal, Bay Ozario. Ama şunu dinleyin; Ben, Basilio ile konuşup sizi işten çıkarmasını isteyebilirim. O, on üç yıllık arkadaşlığımızın ardından anladım ki, biraz kaba ve anlayışsız birisi. Eğer siz, fiziken sağlamsanız onun için hiçbir sıkıntı yoktur ve sizi çalıştırmaya devam eder.Beni sakın yanlış anlamayın, Bay Ozario. Gidip bir taraflarınızı kırın diye bir tavsiye vermiyorum. Ama sizden istediğim şey, öncelikle bir süre benimle iletişimde kalmanız. Bu durumda sizi daha iyi tanıyabilirim ve daha yardımcı olabilirim. Siz, bana Bay Doriano meselesinde yardımcı oldunuz. Lütfen izin verin de borcumu ödeyebileyim."


-25-


O gün, ne olacaksa olsun artık diyerek içimden gelen her şeyi Merisi'ye anlattım. Merkeze geldiğimden beri gördüğüm o renkli gözlü baykuşları ve aralarındaki kavgayı anlattım. Doriano ile sahaya çıktığımızda bizi perişan eden renkli gözlü tavşanları anlattım. Ardından Rio'yu öldüren ya da ölmesine sebep olan o baykuştan nasıl tiksindiğimi de anlattım. En sonunda konvoyu deviren kar kütlesinden ve yeniden sahneye çıkan baykuşları anlattım. En önemlisi de merkezde benden gizli bir şeyler döndüğünü, bu gizli şeylerde Doriano veya Cheney'in parmağı olduğunu düşündüğümü de itiraf ettim. Merisi, özellikle son dediğime gayet şaşırdı ve gözlerini kocaman açıp ardından ne diyeceğimi bekledi. Ben bir şey söylemeyip öylece durunca kendisi devam etti.


"Bu iddianızı kanıtlayabilir misiniz, Bay Ozario?"


Kanıtlayamazdım fakat Doriano'nun hareketleri ele veriyordu diyebildim. Özellikle bu yaşlı adamdan korkuyordum ve yemekhane dışında olabildiğince ondan kaçıyordum. Daha sonra, dostum Arthur Mushen'den bahsettim, Bay Nash. Neler konuştuğumu size de aktarmak isterim.


Daha önce de dediğim gibi, Mushen ile okul yıllarımda tanışmıştık. Başarılı ve hırslı bir öğrenciydi, ama beş parasız sefilin tekiydi. Burs alamıyordu, geri ödeyebileceğinden bile çekiniyordu. Yine de orada burada ufak işler yapar, kendi harçlığını kendi çıkarırdı. Biraz bağımsız bir insandı, sık sık yalnız kalmayı severdi. Evlenebilmiş olduğuna bile şaşırdım aslında. Okuldayken, ömrünün sonuna kadar yalnız yaşayabileceğinden bahsediyordu. Demek ki zamanla işler değişiyor.


Çok iyi hatırlarım, bir keresinde okuldaki bir hanımefendiyle ilişkisi olmuştu. Kendisi coğrafya okurken bu kızımız da mimarlık bölümündeydi. Beni, onunla tanıştırdığı zaman bir türlü derslerden konuşmayı bırakmamışlardı. Ben unutulmuştum, havada coğrafi bilgiler ve mimari terimler uçuşuyordu. Buluşmanın ardından beni unuttuklarını söylediğimde "Tam kafa dengim birini buldum, Ozario. Affet" demişti. Ama ne yazık ki bu arkadaşı Bayan Mushen olamadan mezun olup gitti ve araya giren mesafeler yüzünden birbirlerini unuttular.


Asıl can sıkıcı durum ise buradan sonra başlıyordu. Mushen, sevgilisi ile olduğu sırada ona hediyeler alabilmek ve güzel gözükebilmek için borca girmişti. Bir gün kaldığım apartman dairesine geldiğinde yüzü asıktı ve bembeyaz olmuştu. Neler olduğunu sorduğumda, borç aldığı tefecilerin peşine düştüğünü ve bir süre saklanmazsa öldürüleceğini söylemişti. Şok olmuştum. Koskoca Arthur Mushen, artık elinden kayıp giden bir insan uğruna batmıştı. İnanılır şey değildi.Mezun olana kadar benimle kaldı. Bu esnada gece işlerine gidiyor, borcunu kapatmak üzere para kazanıyor, gündüzleri ise biraz hocalardan biraz da benden geçinerek derslerine tutunmaya uğraşıyordu. Eğer onun yerinde olsaydım, şimdiye kurşuna dizilmiş vaziyette mezarda olurdum diye düşündüm. Onu bu kadar çalışkan yapan şey kişiliği miydi yoksa can korkusu mu, emin değilim.


Birbirimize daha çok yakınlaşmamız da bende kaldığı esnada oldu. Arthur, kendi kafasında bazı sınırlar koymuştu ve bu sınırları asla geçmiyordu. Disiplinli biriydi, kıskanılasıydı. Hem iş hem eğitim yaşam tarzına alışınca ödediğim kiraya da ortak olmuştu. Bu da yetmezmiş gibi, "Madem artık evin ortağıyım, o halde bırak da bazı işleri ben yapayım." diyip ev işlerine de yardımcı oluyordu. O zaman anladım ki bu adam çalışarak enerji kazanıyordu.


Ama bu güzel insan artık yoktu. Çalışma hırsı onun sonunu getirdi. Öldü.


-26-

Tepenin GözleriWhere stories live. Discover now