2

69 31 13
                                    

"Onca yıllık emeğinin karşılığını alabilmene sevindim, Ozario. Ama şu bilinçsizce kazılan bir yerde istemsizce yapılan keşfin daha çok ilgimi çektiğini ititaf etmem gerek." demişti mektubunda Mushen.

Size daha önce dostum Arthur Mushen den bahsettim mi bilmiyorum ama başıma gelenlere kısmen o sebep oldu dersem yanlış olmaz. Kendisi İngiliz asıllı bir İtalyandı ve eğitim hayatım boyunca tanıdığım en muhteşem insanlardan biriydi. Kendisiyle öğrencilik zamanlarımda, üniversitede tanışmıştım. Coğrafyanın yanı sıra tarih derslerine de giren çalışkan bir öğrenciydi. Okuldan sonraki zamanlarında bana ingilizce öğretirdi. Doktor Nash, eğer size bugüne kadar onlarca mektup yazabildiysem dostum Mushen'in bana dilinizi öğretmesinden dolayıdır. Bu ilişkimiz sadece öğretmenliği dolayısıyla gelişmedi, ayrıca kişilik olarak da birbirimize benziyorduk. Tıpkı benim gibi eski kafalı biriydi, cep telefonları ve televizyonların yaygınlaşmaya başladığı günümüzde o, benim gibi radyo ve mektup taraftarlığı yapardı. Daktiloları da pek gürültülü ve tembel işi bulurdu. Ona göre bir gün bu yazım aletleri yüzünden insanlar kalem kullanmayı unutacaklardı. Mezun olduğumuz zaman da bana bir dolma kalem hediye etmişti. Uzun süre kullandığım o kalem ile sayısı belki de yüzlere ulaşan mektuplar yazmıştım ona. O da gönderdiği mektuplarında, haz aldığı bu faaliyete karşılık verdiğim için defalarca teşekkür ederdi bana.
  
Mushen, mezun olduktan sonra tanıştığı bir Fransız kadınla evlendi. Eşinin ısrarı üzerine Fransa'ya taşındığında da mektuplaşmayı bırakmadık. Her ne kadar artık fazla yazamıyor olsa da halen fikir ve düşüncelerini akıttığı mektuplar göndermeyi kesmemişti. Özellikle coğrafya dünyası ile ilgili haberleri tartışıyor, zaman zaman kendi çılgın fikirlerimizi anlatıp gülüşüyorduk. Dostum Mushen, teknoloji ile ilgili düşüncelerinde bence tamamen haklıdır, Doktor Nash. Gelecek nesillerin, ellerindeki mektuplara gülmek, mektuplarla kafa yormak, hatta üzülmek ve kızmak gibi zevklerden mahrum kalacakları bir hakikat. Ben de Mushen'den, daha sonra sevindirici bir mektup alacaktım fakat sonradan gelişen olaylar yüzünden bu, asla yanımdan ayırmayacağım bir mektup olacaktı.

Dostumun bu mektubu elime ulaştığında derslerimi bitirmiş ve istifamı vermiştim. Yeni işyerime gitmek üzere çabucak bavulumu hazırlamaktaydım. O gece, heyecandan tek gözümü bile kapayamadım ve sabaha doğru ancak uyuyabildim. Çalar saatimin kulaklarımı acıtan alarmı sağ olsun, geç kalmamı önlemek için ötmeye başladı ayarladığım saatinde. Ama yeterli uyuyamadığımdan olsa gerek, gözlerimi açıp sersem sersem etrafıma bakındıktan sonra yeniden sızmıştım. Uyanabildiğimde ise uçağımın kalkmasına ancak yirmi beş dakika kalmıştı. Hemen yerimden fırlayıp kalktım ama o an neler yaptığımı ben bile seçemedim, en son bir baktım ki bir elimde bavul, diğer elimde bir bardak su ile kapımın önünde bekliyordum. Ama yüzüm kupkuruydu, belli ki yüzümü yıkamayı es geçmiştim ve artık zamanım kalmamıştı. Elimdeki suyu yüzüme döksem mi diye düşündüm ama ne ara giydiğimi bilmediğim lacivert takım elbisemi ıslatmaya kıyamadım. Kapımı açtığım an ayağımın dibinde o mektubu gördüm. O an açıp okumadım, daha sonra okumak üzere bavulumun bir köşesine sıkıştırıp geçtim.Dostum Mushen, kazı olayından bir ay sonra, yani seksen beş yılının Şubat ayında göndermişti bu mektubunu. Mavi Şeytanlar Mezarlığı'nın keşfi bütün dünyada haber olunca dostum Mushen'in de ilgisini çekmişti. Yazdığına göre Fransa'da arkeoloji eğitiminin son safhalarındaydı ve böyle bir keşif onun için eşi bulunmaz bir fırsattı. Tabii bu keşif sadece onun değil başka arkeologların da ilgisini çekmişti. Tarih dünyasından pek çok kişinin İtalya'ya akın etmeye başlaması an meselesiydi. Keşif haberleri henüz yayılmaya başlamıştı ki bir havayolu şirketi, nedendir bilinmez, İtalya uçuşlarında inanılmaz bir indirim yaptı. Doğal olarak profesörlerin ilgisini çekmesi üzerine "bu önemli bilim insanlarını daha kolay ulaştırma" sebebi öne sürülerek sadece onları taşıyacak bir özel uçak hazırlandı. Aralarında Mushen'in de bulunduğu bu uzman uçağı, birkaç gün içinde havalanacaktı.

Dostumun bu mektubunu okuduğumda inanamamıştım gözlerime. Onca yıllık ayrılıktan sonra dostum Mushen, yeniden İtalya'ya geliyordu. Her ne kadar hayallere dalmış olsam da bir kadın sesiyle hayallerim darmadağan oldu. Bu, uçağın başarıyla iniş yaptığını belirten hostesin sesiydi. Mushen, bu keşif için Roma'ya gidecekti fakat ben, ondan çok uzaklarda, Sondrio'nun tepelerinde olacaktım. Aniden mırıldandım kendi kendime; Sondrio...

Sondrio'da daha önce bulundum. Sanki dağlar kazılmış da açılan boşluğa kurulmuş gibi acayip bir şehirdi. Soğuktu, orayı mesken edinmiş sis tenezzül edip de kalkarsa her tarafın dağlarla çevrili olduğu gerçeği bütün boğuculuğuyla gözünüze çarpıyordu. Orada iken başıma pek çok uğursuz şey geldi fakat hepsini teker teker yazarsam elimde kağıt kalmayacak diye korkuyorum.
Ama ne yazık ki bu listeye bir şeyler daha eklenecekti.

-3-

Nash, sizin Virginia'nın Güve Adamı, Meksika'nın Cehennem Köpekleri gibi zırvalıklarla dolu kriptozooloji (eğer doğru yazabildiysem) bilimine ne kadar meraklı olduğunuzu biliyorum. Hatta sırf bu saçmalıkları bana anlattığınız zamanlar sizinle alay ettiğimi de hatırlıyorum, ama Alplerde yaşadığım acayip olaylar sonrasında sizinle dalga geçtiğim anlar yeniden ve yeniden yankılanmaya başladı kafamın içinde. Siz, dünyada bir yerlerde devasa boyutlarda kuşlar yaşıyor olabileceğini söylediğinizde aklınızı kaçırmaya başladığınızı zannetmiştim fakat şimdi aklını kaçırmak üzere olanın ben olduğumu görünce hayret ediyorum. Orada yaşadığım şeyler basına yansıdı mı bilmiyorum ama emin olun bu olay ne gözardı edilebilecek ne de alenen açıklanabilecek bir şey. Şimdi Doktor Nash, size Alplerde geçirdiğim zamanları hatırlayabildiğim kadar anlatmaya uğraşacağım. Eğer yazım aniden bozulursa veya okunamaz hale gelirse lütfen affedin, o şeyi hafızamın derinliklerinden yüzeye çıkardıkça durdurulamaz titremelere teslim oluyor bedenim.

Bazen insanlar, başlarına gelebilecek kötü olayların psikolojik etkisini azaltmak için her zaman en kötüyü düşünürler, ama benim böyle bir lüksüm yoktu, zaten Sondrio isminin kendisi en kötüyü temsil etmek için kullanılabilirdi. Boşuna evham mı yapıyordum bilmiyorum ama şundan eminim ki Sondrio'dan nefret ediyorum.

Havalimanında bulduğum ilk taksiye atlayarak bu sis istilasındaki mistik şehire doğru yola çıktım.Davetiyemde, Sondrio'ya geldiğim vakit belirli bir yerden beni alabileceklerini yazıyordu. Fakat geç kalmak zorunda olduğum için artık beni ordan almayacaklardı. Bu yüzden, yola çıkmadan önce davetiyemde belirtilen telefon numarasını aradım. Onlar da Langre köyüne gelirsem oradan bir elemanın beni alabileceğini söylediler. Şimdi tek sıkıntı, o köye gidebilmekti. Beni Sondrio'ya getiren taksici, burayı iyi bilmediğini söyleyerek indirdi beni. Ürkütücü sislerin arasında bir süre yürüdükten sonra yoldan çevirdiğim yeni bir taksiye beni Langre köyüne bırakıp bırakamayacağını sordum. Adam, "dağa tırmanabilecek kadar iyi bir şoför" olmadığını söyleyerek uzaklaşıp gitti yanımdan.

Aslında Langre köyü hiç de dağın başı sayılmaz. Evet, şehirden daha yüksekteydi ve biraz fazlaca eğimli bir yol kullanmak gerekiyordu fakat böyle terslenmeyi açıkçası beklemiyordum. Mecburen, bu göz gözü görmez yerde, kaldırımların üzerinde dakikalarca nereye gittiğimi bilmeden yürümeye devam ettim. Göz ucuyla da yoldan geçen tek tük araçları kontrol ettim ve sonunda bir taksiye daha rast geldim. Şükür ki bu adam beni götürmeyi kabul etti.Diğer taksici seni almadı da bu niye aldı, diye sormayın lütfen. Kesenin ağızını açtığınızda bırakın taksiyle yamaç çıkmayı, sizi sırtına alıp dağın en uç noktasına bile götürürler!

"Yol biraz uzun sürebilir," demişti taksici. "Havayı görüyorsunuz... ya da göremiyorsunuz." Yol boyunca bu geveze taksicinin susmak bilmeyen çenesine maruz kaldım. Durmadan şehir hakkında konuşuyor, sis yüzünden insanların kişisel araçları bırakıp taksileri kullandıklarını, Sondrio'da yapılabilecek en karlı mesleğin bu olduğu gibi lüzumsuz şeyler hakkında çene çalıp duruyordu. Fena halde canımı sıktı, hatta bu sıkıntılı halimi görüp bir de espri yapmaya çalıştı."Biz Sondriolular için hayat hiçbir zaman sıkıcı değildir. Sis ile nikahlı şehrimizde ne zaman sokağa çıksak heyecanlanırız, çünkü hep aynı yolları kullansak bile önümüzü görememek tatlı bir korku salar yüreğimize."

Kuzeyin insanı espritüeldir derler. Fakat bu adamdan sonra bu soğuk yerin sıcak insanlarına alışabileceğimi hiç mi hiç zannetmiyorum.

Çok şükür ki baygınlık geçirmeden şu lanet yere gidebildim. Neredeyse kara gömülecek taksiden çıktığımda bembeyaz gelinliği ile Alp Dağları karşıladı beni. Giysisi bol gelmiş olacak ki zaten dağınık olan bu zavallı köyün bir kısmı da neredeyse beyazların altında kalmıştı. Kardan dolayı yerde sürüyemediğim bavulumu kucağıma alıp evinin çatısını kardan arındırmaya uğraşan bir adamın yanına gidiyordum ki genç bir ses "Bay Ozario!" diye bağırdı arkamdan.

-4-

Tepenin GözleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin