Bölüm/24

93.3K 5.1K 947
                                    

Merhabalar! Diğerleri aksine kısa bir bölümle gelmiş bulunuyorum fakat yetiştirme telaşı içine girmiş bulundum ve oraya az çok böyle bir şey çıktı. Bundan önceki gecikme için çok üzgünüm. Sınav haftamdı, dönem sonuydu derken her şey üst üste geldi.

Bu gün, benim için gerçekten kelimelere sığmayacak birinin doğum günü. İyi ki de doğmuş, iyi ki de beni bulmuş. Elimden gelen tek şey kelimeleri birleştirmek oldu. Umarım siz de, o da beğenir.

Önceki bölüm yorumlarınız...Çok teşekkür ederim gerçekten. O kadar iyi geliyor ve gülümsetiyorsunuz ki. Bu bölümdeki düşüncelerinizi ve oylarınızı da eksik etmin lütfen. :3

Baştaki üç satırlık şiir Nazım Hikmet’e aittir.

İyi okumalar dileriiim!

“Ben o yazdıklarımı ancak sana yazabilirdim. 
çünkü şu kainat denen nesnenin içinde en çok sevdiğim yürek, 
üstüne en çok titrediğim insan kalbi senin göğsündekidir.”

-

“Sonra biz, beraber çaresiz olduk. Ama bilir misiniz, çarenin ta kendisi buydu.”

Lisede gördüğümüz Edebiyat dersinden bu yana Nazım Hikmet’ e karşı özel bir ilgim vardı. Belki aşkının satırlarda kelimeye bürünmüş hali yüzündendi, bilmiyorum.  Sadece aşkının acıya sığındığını; özgürlüğünün de soluğuna sıkıştığını düşünürdüm.

Binlerce aşkı olmuştu. Kimisi mahpusta olduğu dönemlerde olduğu için kalbinden çıkıp kalemine yayılmıştı. Kimisi ise bir anlık hevesti. Fakat bir tanesi vardı ki, bana göre bu güne kadar olan tüm aşklarının arasında en özel olanıydı. Kalbine en çok yakışandı. Belki de onda kendimi bulduğum için düşüncelerim bu yönde ilerliyordu. Emin değildim.

Adı Piraye’ydi. Boşanmasının hemen ardından iki çocuğuyla ortada kalmış ve Nazım’a rastlamıştı. Aşk anlayışı diğerlerine göre çok farklıydı onun. Duygularını açık etmekten hoşlanmazdı. Aşk onun için tek bedende bütün olmak değil, tek bir bedende kalp birliği yapmaktı. En başta Nazım’dan uzak durmuştu. İki çocuklu dul bir kadının bir aşka kapılmaması gerektiğini düşünmüştü belli ki. Eh, direnebildiği söylenemezdi.

Lena ardından Piraye ile evlenmişti fakat evliliklerinin 13 yılı boyunca mahpusta geçirmişti ömrünü. Şiirler yazmış, aşkını mektuplara çizmişti. Aşkın yan yana gelerek bir şey ifade ettiğine inanmıyordum açıkçası. Nazım Piraye’yi, Piraye de Nazım’ı aralarına girmiş demirlere rağmen sevmişti. Bense, Atlas’la aramızdaki binlerce kilometre yanında aşkımın karşılık bulmasını önemsememiştim.

Nazım hapisten çıkmıştı fakat bir başkasına aşık olmuştu. Piraye’yi kalbinde bir Nazım’la bırakmıştı. Gitmişti. Belki aşkı sönmüştü fakat onun sönen aşkının alevleri, Piraye’nin kalbini yangın yerine çevirmişti. Piraye Nazım’a çok kırılmıştı. Günlerce hasta yatmıştı. Donuklaşmıştı. Çevresindeki her şey bir anda siyah beyaz oluvermişti. Bir süre ardından Nazım’ı sevmediğini söylese de bir başkasıyla evlenmeyi istememişti hiç. “Nazım’ın üzerine bir başkasıyla yaşayamam.” demişti.

Piraye, aşkından ölmüştü. Ama bir daha Nazım’a dönmemişti.

Onun adına karalanmış mektupları okuyunca, ve ardından böyle bir acının aşkı üzerine gölge düşürdüğünü gördükçe benim canım acıyordu. Ve bazen, kendimi onun yerine koyarak düşünüyordum. Belki de aşkımdan ölecektim. Ama bir daha dudaklarıma Atlas kelimesini sindiremeyecektim.

Aramıza neyin girdiğini bilmiyordum.

Bir başka kalp mi, sırlar mı yoksa daha fazlası mı? Emin değildim. Atlas karşımda başını elleri arasına sıkıştırmış bir biçimde yere bakarken neyin ne olduğunu bilmiyordum.

OKYANUS KADAR MAVİWhere stories live. Discover now