Bölüm/2

258K 10.9K 2.4K
                                    

#Düzenlendi

Zamanın birinde, çocukluğum henüz sancılı bir acıyla karşılaşmadan evvel, hatırlanmaya değer hatırlara sahiptim. Bir nebze olsun küçüklüğü güzel hatırlamamı sağlayacak birkaç parça anı, ne zaman zihnime düşse gülümsetirdi beni. Babamın işi sebebiyle birkaç yılım farklı şehirlerde, farklı evlerde ve belki de farklı hayatlarda geçmişti. Farklı hayatlar diyordum çünkü ne zaman şehri terk edip arabamıza binsek, arka pencereden son kez salladığım evimizde başka bir yaşımı, gülüşlerimi ve gözyaşlarımı bırakıyordum. Farklı şehirlerde geçen yılları ardıma alıp onları izlemek, bana kendimi izliyormuş gibi değil; bir başkasını gözlüyormuşum gibi hissettirirdi.

Ankara'da yaşadığımız dönemlerin birinde, kışın kapıyı çalıp sokakların da beyaz elbisesini üzerine geçirdiği bir zaman elimde bir kavanozla koşturarak bahçeye çıktığımı hatırlıyordum. Kaldığımız evin bahçesi çok büyük sayılmazdı fakat o kadar çok çiçek vardı ki bu bahçeyi gözümde kocaman kılardı. İri kar taneleri kardelenlerin üzerine bir set çekerken elimde sıkı sıkı tuttuğum kavanozu hızla yukarıya uzatır, kar tanelerini de içine hapsetmeye çalışırdım. Bazılarının şekilleri bozulur, bazıları da tıpkı çizgi filmlerdeki kristaller gibi kabanımın üzerinde iz bırakırdı. Ankara, soğuğun çocuğu sayılırdı. En azından yaşadığımız dönemlerde keskin bir ayazın hiçbir sokağı atlamadan estiğini bilirdim. Bu da iri kar tanelerinin neden saniyesinde erimediğini açıklıyordu. Sonra hızla kapanan kapakla beraber içeri koştururdum, kar tanelerimi bir yere yetiştiriyormuş gibi telaşlı davranırdım. Pencerenin dibinde bulunan, boşluğa yerleştirdiğim taneler eve girdiğim vakit yavaş yavaş erimeye başlardı. Yine de büyük bir iş başarmış gibi hayranlıkla izlerdim onları. O vakitte buz gibi olan ellerim de, annemin azarları da; akşama çıkan ateşim de önemli gelmezdi.

Ankara'da kısıtlı bir süre geçirmiş olsam da bu hatıra kalbimi öyle çok ısıtıyordu ki keşke orada daha fazla kalmış olsaydım diye düşünüyordum. İzmir'i çok seviyor olmama rağmen karın eksikliğini hissediyordum. Bakışlarım, kütüphanenin penceresinden görünen, baharın gelişini müjdeleyen çiçeklerden önümdeki kitaba çevrildiğinde dağılan düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Bunları aklıma getirenin ne olduğunu bilmiyordum. Belki de zihnim, kötü olan şeylerin üstünü örtecek kadar çok anıya sahip olmadığı için bulduklarını önüme koyuyor, bunlarla yetinmemi öğütlüyordu.

Sabah, annemin derin uykusunu fırsat bilip halamı çağırmış ve aceleyle evden çıkmıştım. Sakinleştirici hala etkisini gösteriyor olsa da bazen gittiğimi gördüğünde onu bıraktığımı söyleyerek ağlamaya başlardı. Onu terk ettiğimi, babamdan bir farkım olmadığını sayıklardı. Bu cümlelere alışıktım, yıllar boyu dinlediğim ve artık nakaratını ezberlediğim bir şarkı gibiydi. Yine de hala can sıkıcı oluyordu. Çünkü babam asla kıyaslanmak istemeyeceğim türden bir insandı benim için. İnsanın babası hakkında böyle acımasız bir yargıya varması da kalp kırıyordu. Yine de bana binlerce sebep vermişti.

Mesela ben, hayatım boyunca kimsenin duygularını bir kenara itip yok sayamazdım. Üstelik Atlas'a karşı hissettiğim tüm bu karmaşayı göz önüne alırsak bu büyük bir ironi olurdu. Oysa babam, annemden ayrılırken onun duygularını pek önemsememişti. Cümleleri acımasızca onun üzerine fırlatmış, annemi kanatıp kanatmadıklarını umursamamıştı. Ben, asla ona dönüşmek istemezdim.

Hala dumanı tüten kahveyi dudaklarıma yaslayıp büyük bir yudum aldıktan sonra sıcak sıvı boğazımdan aşağıya doğru kayarak boğazımı yaktı. Dengesiz hava değişimleri yüzünden şifayı kapmıştım ve hala kendime pek de gelebilmiş değildim. Ruhsal olarak bitkindim, üstüne üstlük fiziksel yorgunluk halimi iyice beter bir hale çevirmişti. Üstüne üstlük annem yüzünden de pek dinlenememiştim. Yakın zamanda pes bayrağını çekmemeyi diliyordum.

OKYANUS KADAR MAVİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin