"Ne?" dedim biraz yüksek bir sesle "Konuşmamız lazım demedin mi? Karşında böyle anadan doğma çıplak olunca konuşmaya odaklanamıyorum."

Abartılı bir şekilde gözlerini devirdi. Ben de omuz silktim.

Melih birkaç kez derin derin nefes alıp verdi. Daha sonra benim üzerimdeki pikenin ucunu tutarak kendi üzerine örttü ve tamamen bana doğru döndü. "Ahu..." dedi konuya girmeye çalışarak.

"Hıh"

"Hatırlıyor musun Ahu?" diye sordu şeffaflaşan ela gözlerinin içinde kendi gözlerimi gördüm. "Sana ne zaman arkamı dönsem, sivri zehirli tırnaklarını sırtıma geçiriyorsun demiştim."

Daha dün gibi hatırlıyordum. Bu sözü de bu sözü neden söylediğini de hala hatırlıyordum.

"Hatırlıyorum" dedim tedirginlikle, tedirgin olmamın en büyük sebebi ise bu konuşmanın sonunun iyi bir yere gitmeyeceğini hissetmemden dolayıydı. Melih'le karşı karşıyaydık ve ben aramızda birazcık bile mesafe olsun istemiyordum.

Yatakta kayarak uzandım ve elimle Melih'in koluna dokunarak onunda yanıma uzanmasını istediğimi belirttim. Melih sessiz isteğimi anlayarak yatağa uzanmak yerine ağırlığını kollarına vererek üzerime uzandı. Ellerim vakit kaybetmeden kaslı sırtını bulduğunda onun bir eli saçlarımda dolanmaya başladı. Yüzlerimiz birbirine o kadar yakındı ki neredeyse burunlarımız birbirine değecekti.

Melih'in içi titreyen ela gözleri gözlerimi talan ederken, dudaklarını araladı.

"Senin zehirli sivri tırnakların benim sırtımda yaralar açtı, ama... Benim zehirli sivri tırnaklarım senin kalbinde yaralar açtı Ahu. Asla geçmeyecek, geçse bile kanamaya devam edecek yaralar."

"Melih..."

"Özür dileyemiyorum. Af dileyemiyorum. Pişman bile olamıyorum." Gözleri gittikçe kararıp ela irislerine gölge düşerken, sertçe yutkundu. "Ben bile kendimi affedemiyorum. Senin beni affetmeni istemeye utanıyorum. Sanki iki kaburgamın arasına sert bir tekme yemiş gibi hissediyorum."

Gecenin bir yarısında Melih'in kollarının arasında, dudaklarından dökülen itirafları dinliyordum. Ama nedense bu durum benim pekte hoşuma gitmiyordu.

"Beni sakın affetme Ahu. Sana söyleyeceğim şeylerden sonra beni affetme ama beni de bırakma!" sesinin rengi değişti. Gözlerinden gözlerime uzanan lavın yakıcılığını hissediyordum. "Beni bırakırsan nefes alamam, ölürüm. Affetme kabul... Ama nefessiz bırakma Ahu."

Melih çok kez yaralamıştı beni, çok kez ağlatmış, çok kez incitmişti. Bütün bunları yapan Melih, her defasında en çok o korudu beni, en çok o düşündü. Bu dünya da en çok o sevdi beni. Annemden bile daha çok sevdi beni.

"Sevdiklerimi affetme gibi bir huyum var." Onun gözünden akan bir damla yaş elmacık kemiğimin üstüne düştü. "Bunu en iyi sen biliyorsun Melih."

"Biliyorum..." başını kalbimin üstüne yaklaştırıp dudaklarını tam kalbimin üstüne bastırdı ve uzunca öptü. "Beni affetme. Ölsem bile affetme. Sana yalvarıyorum sadece benden vazgeçme!" bir kez daha kalbimden öptü. Geçmeyeceğini bilse bile kırdığı yerden öptü. Kendi yaralarına rağmen sadece benim yaralarımı iyileştirmeye çalıştı. Bana acıyan yaralarından bahsetmedi bile, zaten ben de bu konu da hep bencil olup bir kez bile yarasına bakmadım, sormadım.

Melih'ten vazgeçmem mümkün değildi. Her ne olursa olsun ben ondan vazgeçemezdim. O benim kalbimdi insan kalbinden hiç vazgeçer miydi?

BUZ YANIĞIOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz