55, every story needs an ending

Börja om från början
                                    

"Senga'ya gideceğiz."

"Ne?"

Odadan gelen şaşkın seslerle omzumun üzerinden onlara bakındım. "Ne bekliyordun, Si-Hyuk?" diye sordum. "Jungkook'u yalnız bırakamam. Haber bile alamadım. Ayrıca yapmam gereken şeyler var. Kafamda hâlâ soru işaretleri dolaşıyor."

"Kafandakilerden bize de bahsetmeye ne dersin?" diye sordu. "Belki de bizim cevaplayabileceğimiz sorulardır."

Hiç sanmıyordum. Alarick'in ölümü içimdeki yangını söndürmüştü. Artık kendimi daha huzurlu hissettiğim bir gerçekti ancak sanki, hiçbir şey sona ermemiş gibiydi. Sanki Alarick, kaderimdeki küçük bir engeldi.

"Sadece dediğimi yapın. Bu bir emirdir. Ayrıca son hızla gitmek istiyorum. Ne kadar çabuk o kadar iyi."

Si-Hyuk birkaç saniye yüzüme baksa da başını salladı ve odadaki adamlarını alarak dışarıya çıktı. Kapanan kapıyla tekrardan pencereden gördüğüm asi dalgalara baktığımda Lalisa'nın "Onca şeye rağmen değişmeyen tek şey var." demesiyle ona doğru döndüm.

"Nedir o?" Merakla sorduğumda çöktüğü köşeden ayağa kalktı ve yanıma doğru adımladı. Tam yanımda durup camdan dışarıya bakmaya başladığında yan profilini inceledim. Hayat, gerçekten hiçbirimize layıkıyla davranmamıştı. Lalisa'nın paramparça olmuş kalbini gözlerinin içerisine baktığım her saniye görüyordum ve bu yüzden, onunla göz göze gelmekten kaçınıyordum. Ona karşı yumuşamaktan korkuyordum çünkü.

"Jungkook'a olan sevgin." dedi. "Ona olan bağlılığın seni çok yaraladı ancak ondan kopamıyorsun."

"Bu beni zayıf bir insan mı yapar?"

"Hayır," dedi. "Aksine oldukça şanslısın." Bakışlarını bana çevirdiğinde gözleri kısa bir saniye gözlerime çarptı ancak bu kısa sürmüştü. Hemen bakışlarımı kaçırmıştım çünkü. "Ne kadar kızsan, öfkelensen de aşık olduğun adam seninle." Sesi titrediğinde yutkundum. Taehyung'u hatırlamak beni acı içerisinde inletiyordu. Onunla birlikte birçok şeyi hatırlıyordum çünkü.

"Seni düşürse bile tekrar kaldırır Jungkook. Sen ne kadar toysan o da öyle. Kendine ait olmayan bir kimliğin içerisine sıkışıp kalmış biri. Çevresinde öfkesini çıkarabileceği yalnızca annesi vardı, annesinin ise savaşması gereken güçlü rakipleri... Jungkook'a istediği sevgiyi haliyle veremedi. Bu yüzden Jungkook hiç gerçekten sevilmeyi bilemedi, sevmeyi de öyle. Sevdiklerinin söylediği yalanlar karşısında sevmekten korktuğuna eminim."

Derin bir nefes verdim. "Başlarda onun şımarık, küçük bir prens olduğunu düşünüyordum ancak öğrendiklerimden sonra yanıldığımı anladım. Kimse onun gerçekten kim olduğunu bilmiyordu, abilerini yıllarca bir yalanla uyuttu. Kolay olmamıştır."

"Kimse kolay bir yaşam sürmüyor." dedi. "Bu yüzden, senden tek bir isteğim var Rosie. Bana, Jisoo'ya, Jennie'e, Jungkook'a ve diğerlerine olan öfkeni anlıyorum. Kimse sana öfken konusunda tek bir kelime edemez ancak unutma, hayatta herkesin zorunlulukları vardır. Herkes kendi hikâyesinin ana kahramanı. Senden istediğim şey ise, kendini daha fazla yıpratmaman. Geri kalan hayatında Jungkook'un ellerinden ellerini ayırmaman."

"Neden?" diye sordum hızla. Başımı ona çevirmiştim. "Neden gidecekmiş gibi konuşuyorsun?"

"Çünkü kalamam." dedi. "Onca şeye rağmen kalmamı istiyor musun? Önce bunu sor kendine. Bana kızgın olsan bile en çok kırgınsın sen. Gitmem seni üzüyor olabilir ancak kalışım canını daha da yakacaktır, inan bana." Ellerimi tutup ellerinin arasına koydu ve dolu gözleriyle gözlerime baktı. "Kendine şans ver, Rosie. Sen herkesten daha çok hak ediyorsun bunu."

a queen and her tearsDär berättelser lever. Upptäck nu