› zorlu antrenman

Começar do início
                                    

"İki yüz doksan sekiz, iki yüz doksan dokuz, üç yüz. Hiç yere bırakmayanlar dinlensin, beş dakika."

Cümlesini duymamla kendimi yere attım. Boğazım kurumuştu ama su almaya bile hâlim yoktu. Kısa bir süre sonra doğrulduğumda herkesin ölü gibi yattığını gördüm, üç kişi de hâlâ sayıyı bitirmek istiyordu. Acımasız herif, onların hâline acıyıp bırakmıyordu.

Zorla ayağa kalkıp banklara doğru yürüdüm ve getirdiğimde soğuk olan ama şu an ılıklaşmış suyu boğazıma diktim. Birkaç büyük yudumdan sonra kafamdan aşağı boşalttım kalanı. Terden ve az önceki sudan ıslanan saçlarımı iki yana sallayıp kurutmaya çalıştım.

Elimdeki pet şişeyi çöpe atarken göz ucuyla baktığımda antrenörün gözünün bende olduğunu görmüştüm. Ağrıyan kaslarımı diğerlerinin yanına ilerlettiğimde kalan üç kişinin de bitirdiğini gördüm şınavlarını.

Gözümü tekrar antrenöre çevirdiğimde "Üç yüz mekik. Başlayın!" dedi yüksek bir sesle, gözlerini gözlerimden ayırmadan. Herkes anında homurdanmaya başladığında "Sızlanacak olan varsa kapı orada! Bir daha buranın yakınından bile geçmek istemiyorsanız gidin! Yoksa başlayın, hemen!" dedi sinirle. Zaten bu adam hep sinirliydi. Bir ara fazla sinirin zararlarını ona açıklamalıydım.

Herkes ağlak bir surat ifadesiyle mekik pozisyonu alırken ben de yere yattım ve sayının başlamasını bekledim. Bedenimi hareket edecek gücüm yoktu ama bu takım benim her şeyimdi, ilk antrenmandan bırakamazdım.

Yaklaşık bir saat boyunca üç yüz mekiği tamamladık. İki kişi sıcak ve sporun üst üste gelmesinden dolayı bayıldı, bir kişi dayanamayıp banka gitti. Üç kişi arada dinlenerek yapmaya çalıştı ama antrenör onlara fazladan sayı verdi. Ben ise durmadan çektim, bir an beyaz ışığı görür gibi olmuştum. Bittiğinde karın kaslarım isyan edercesine ağrıyordu. Nefes alırken bile batıyorlardı. Şerefsiz herif, cidden acımamıştı.

Güneş tepede ne kadar uzandık öyle bilmiyorum ama on dakikadan uzun bir süre olmadığına emindim. Artık kabuslarıma girecek o ses "Toparlanın! Otuz tur koşuyorsunuz! Başla!" diye bağırdığında ağlayacaktım neredeyse. Önceki antrenmanın yorgunluğu geçmeden gece dışarı çıkmıştık, hemen ardından sabah gelip bunları yapıyorduk. Benim de bir sınırım vardı.

Ben önde olmak üzere koskoca sahayı koşmaya başladık. Bacaklarımdaki her sinir hücresi sızlıyordu resmen, sırılsıklam olmuştum terden. Neyse ki koşu konusunda çok zorluk yaşayan birisi değildim de ölmeden tamamlayabilmiştim otuz turu. Aramızdan üç kişi daha yarı yolda bırakmıştı kendilerini, bunlardan birisi de Melih'ti. Ona hak veriyordum.

Otuz turun sonunda kimsenin ayakta duracak hâli olmasa da soğuma hareketlerini yaptırttı. Ardından hepimizi karşısına dizdi. Omuzlarım yer çekimine karşı güçlükle savaşıyordu.

"Bundan sonra antrenmanların böyle geçmesini istemiyorsanız saygılı olacaksınız." dedi, gözlerini benden ayırmadan. "Anlaşıldı mı?" Ona hiçbir cevap vermeden baktığımda "Anlaşıldı mı!?" diye sesini yükseltti. Dişlerimi birbirine bastırıp herkesle birlikte onayladım onu, karşısında duracak gücüm kalmamıştı. Memnuniyetle başını salladı ve "Gidebilirsiniz." dedi.

Rahatça nefes verip arkamı döndüğümde "Sen değil." diyen sesini duyduğumda dilimi ısırıp arkamı döndüm. Bana olduğuna emindim.

Tahmin ettiğim gibi direkt olarak bana bakıyordu irisleri. Sahte bir şaşkınlıkla "Bak buralar ne kadar kirlenmiş." dedi. Dilini alt dudağında gezdirirken ifademi izledi, "Burası tertemiz olmadan çıkmıyorsun." diyerek son darbesini vurdu.

Ellerim yumruk olurken gözleri bir anlığına ellerime kaydı, "Bir şey mi diyecektin?" dedi. Sesinin altındaki tehditi algılamamak mümkün değildi. Keskin bir nefes alıp "Hayır." dedim. Kaşlarını çatıp "Hayır, ne?" dedi.

Dilimi dişlerimin üstünde sinirle gezdirdikten sonra zorla "Hayır, koç." dedim vurgulayarak. Dudağının bir kısmı hafifçe yukarı çıktı. Son bir bakış atıp takımın geri kalanı gibi o da kapıdan çıktı. Tam kapıdan geçerken bitmiş yüz ifademe bakmayı ihmal etmemişti.

Sinirle inleyip elimi nemli saçlarımdan geçirdim. O kadar yorgundum ki, koca sahayı temizlemek ölüm geliyordu bana. Çok vaktim olmadığını da biliyordum, zira hava kararmak üzereydi. Hemen olsun bitsin mantığıyla pet şişelerini alıp teker teker çöpe atmaya başladım. Ardından yerlerde kalan giysileri kayıp eşya dolabına koydum, topları düzenli şekilde dizdim. Yamuk duran bankları da düzelttikten sonra işim bitmişti.

Saat yediye gelirken neredeyse üç saattir burasını temizlemenin verdiği farkındalık çöktü omuzlarıma. Eve doğru yürüyemeyeceğimi anlayınca direkt bir taksi çağırdım. Takside verdiğim uyumama savaşının ardından eve geldiğimde üstümü bile çıkartmadan yatağa attım bedenimi. Uyumadan önce aklımdan geçen son şey, antrenöre sövmek olmuştu.

••

02.09.20 | Linda Lewis

Antrenör [b×b]Onde as histórias ganham vida. Descobre agora