18-SIĞINAK

31.9K 2.7K 538
                                    

Yılmaz sırtına aldığı öğretmeni bir kez daha sırtında hafifçe yukarı çıkarırken, soğuktan hissetmediği elleri ve kırmızı gözleri ile ışıkları yanan köye baktı. Burnunu bir kez daha çekip yutkundu.

Yolun başında öğretmen ona ayak uydursa da daha sonra soğuktan ve karnında ki yaradan dolayı artık perişan olmuştu. Yılmaz saatlerdir onu aralardan götürerek sırtından taşıyordu. Akşam çökmüştü ve hava daha da soğumuştu.

"Dayan biraz daha Yusuf..." diye mırıldandı acı dolu bir sesle. Kendi çektiği acıya değil, öğretmenin çektiği acıya üzülüyordu.

"İyiyim.." diye mırıldandı Yusuf. Yılmaz boynunu sarmış olan kola dudaklarını bastırıp geri çekti ve köyün içine doğru girdi. Köyün başında bekleyen koruyucu onları görünce silahını çekti.

"Durun!" dediğinde Yusuf'un yorgun, Yılmaz'ın ise kendinden emin bakışları adama döndü. Yılmaz onu sımsıkı tutuyordu.

"Kimsiniz!" diye bağırdı adam yaklaşırken. Yılmaz sadece yaklaşmasını bekledi. Adam yaklaşınca afallarken silahını hızla indirdi.

"Ağam..." dedi saygıyla. Gözleri sonuna kadar açılmıştı.

"Kalender'in yanına götür beni." dedi sert sesiyle. Adam hızla kafasını sallarken, önden yürümeye başladı. Yılmaz öğretmene bir bakış atıp adamın arkasından, kar ve çamurun oluşturduğu yerde postalları ile ses çıkararak yürüyordu. Köyün içine girdiklerinde mahalle kahvesi gibi olan gençlerin toplandığı küçük mekanda bir grup genç ilk başta anlamayarak baktı Yılmaz'a, ardından korku ve saygı ile ayağa kalktılar.

"Kurt gelmiş..." diye fısıldıyorlardı dehşetle.

Yılmaz sadece önüne bakarak, yüzünde ki ifadesizliği bozmadan yürümeye devam etti. Öğretmen ise soğuktan ve acıdan artık gücü tükenmişti. Sadece Yılmaz'a sarılacak gücü vardı.

Adam onları diğer köylülerin evinin aksine biraz daha büyük olan evin önüne getirip kapıyı çaldı, ardından içeri girdi.

"Kalender ağa!" diye seslendi. Yılmaz içeri doğru ilerlerken kapı açıldı. Yaşlı bir adam üzerinde ince giysiler varken dışarı çıkmıştı. Kaşları çatık bir şekilde bakan yaşlı adam, daha sonra afallayarak baktı.

"Kurt.." dedi şaşkınlık ile.

"Yardımın lazım." dedi ela gözlü, yaşlı adam hızla kafasını salladı ve kapıyı açtı.

Yılmaz içeri girdiğinde Yusuf'u yavaş bir şekilde yere bıraktı. Kendi postalını çıkarırken, eğilip öğretmenin de botlarını çıkardı. Yusuf yüzüne vuran sıcak ile biraz daha kendine gelirken yorgun bakışları ile ela gözlüye baktı.

Yılmaz kolundan tutup, bir kapıyı daha açtıktan sonra büyük bir salona girdi. İçeride yaşlı bir kadın ve iki tane şalvarlı genç kız vardı. Üçü de korkuyla bakarken, yaşlı adam içeri girmişti.

"Şöyle geçin ağam..." dedi sobanın yanında ki minderleri işaret ederken. Yılmaz kafasını sallayıp öğretmen ile beraber minderlerin olduğu yere geçti. Ardından öğretmenin yorgun bedenini uzattı ve montunu açıp yarasına baktı. Çok hafifçe kanıyordu. Ve doktor bir sargı bile yapmamıştı.

"Bir bez ve eşarp var mı?" diye sordu, yaşlı adama doğru bakınca o kızına kaş göz yapınca kızı kafasını sallayarak hızla diğer odaya gitti. İki dakika sonra elinde bir bez ve eşarp ile geldi.

"Bir de ılık su." dedi yaraya bakarak. Şuan elinden gelen şeyler bunlardı. Bir bakır kabın içinde su da gelirken bezin bir parçasını yırttı ve yorgunluktan gözü kapanmış olan gencin yarasına ıslak bezi hafifçe sürdü. Kanayan yeri temizledikten sonra diğer bezi yarasına koydu ve eşarp ile sıkmadan hafifçe bağladı. Kanama olursa önleme açısından. Öğretmenin yüzüne bakıp ardından üzerini kapattı.

Bütün ev halkı onlara korku ve merak ile bakarken o başı yere düşmüş olan adamın kafasını kaldırdı ve minderin köşesine oturdu. Öğretmenin kafasını dizlerinin üzerine koydu.

Yaşlı adam kızlarına ve karısına kafa işareti yapınca karısı diğer odaya, kızlar da mutfağa gittiler. Yaşlı adam Yılmaz'a bir bakış atıp hemen diğer yanda ki mindere dizlerinin üzerinde oturdu. Yılmaz öğretmenin saçlarını okşarken, dişlerini sıkmış bir şekilde önüne bakıyordu.

"Sıkıntı mı var ağam?" diye sordu yaşlı adam korkarak. Yılmaz bakışlarını ona çevirdi.

"Adamlarımı öldürdüler." dediğinde Kalender ağanın gözleri şok ile açıldı. "Bir süre burada saklanmamız lazım, askerler beni arıyor." dediğinde yaşlı adam uzunca bir süre baktı.

Yılmaz'ın zamanında bu köye, burda ki insanlara o kadar yararı dokunmuştu ki. Çünkü burası bir zamanlar yaşadığı yerdi. Ailesini kaybettiği yer. Yılmaz dağa çıkınca, bir efsaneye dönüştü. Bu köy zamanında o kadar zulüm görmüştü ki, Yılmaz'ın sayesinde yaşıyordu herkes şimdilerde. O yüzden yaşlı teyzelere "Hasan'ın oğlu eşkıya Yılmaz." dediklerinde bile gözleri dolar ve sürekli dua ederlerdi.

Kapı açılınca genç kızlar elinde ki tepsiyle bir tabak yemek, ekmek ve bir sürahi su ile geldi ve yere indirdiler. Yılmaz kızlara bir bakış atıp kafasını yemeğe çevirdi. Mavi gözlü kız bir bardak su doldurup verince, elinden alıp bardakta ki suyu dibine kadar içip kenara koydu. Kızlar önünden çekilirken yaşlı adam halen bakınıyordu.

"Kenarda ki odada uyursunuz, daha sonra bir çözüm yolu buluruz." dedi yaşlı adam. Ardından ela gözlere döndü. "Merak etme ağam.."

Yılmaz kafasını salladı, ardından yemeğe bir bakış attı. Ardından da dizlerinde uyuyan öğretmene dönüp yüzünü inceledi.

Hayatta kalan tek sevdiğine baktı uzun uzun...

EŞKIYA Donde viven las historias. Descúbrelo ahora