14: trapped inside a nightmare III: Face to face, teeth to teeth, lip to lip

23.7K 2.9K 6K
                                    

|Kansas:Carry on my wayward son|

"Carry on my wayward son
There'll be peace when you are done
Lay your weary head to rest
Don't you cry no more'

Hep beraber yeni bir bölüme hoş geldik. Umarım beklentinizi karşılayan bir bölüm olmuştur.

İyi okumalar..

Derisini tamamen temizlediğim kaplan postunu yere, şöminenin tam önüne sermiştim. Şu aralar hiçbir şey düşünemiyordum. Gerçi, buraya düştüğümden beri kafam bomboştu. Bir ara adının Abaddon olduğunu öğrendiğim ölüm meleği bana yardımcı olmuştu; neden burada olduğum ve ne yapmam gerekli gibi konularda. Ancak geri kalan çoğu zamanda kendi başımaydım. Bana saldıran, karşıma çıkan her tehlikeden kendi başımın çaresine bakarak kurtulmuştum. Yaralanarak, ölerek etraftakilerle savaşmayı öğrenmiştim.

Kendimi tanıyamıyordum bazen. Ellerim kanlı kaldığında, gözüm döndüğünde kendimden korkuyordum. Kendi zihnime ne onun görüntüsünün ne de isminin girmesine izin veriyordum. Ona dair her şeyi unutturmuştum ya da denemiştim.

Kendi yiyeceğimi avlanarak, kıyafetlerimi ise uzaklara gittiğimde uğradığım terk edilmiş evlerden sağlıyordum. Burası ne ev ne de yabancı gibi hissettiriyordu.

Bazen bir şeyler düşünürken öylece dalıp gidiyordum. Kendi kendime konuşmadığım zamanlarda konuşmayı unutuyordum. Kimse yoktu. İlk başlarda kafayı yiyecek gibi olur, ödüm kopardı. Ancak şimdi, ruhum tamamiyle suskundu. İhtiyaçlarım temelden başka bir şey değildi.

Elimdeki çelik bardağa biraz viski doldurdum. Bu tür temel dışı ihtiyaçlarımı sık bulamazdım. Ama içimden onlar geçtiğinde bir anda kapımda belirirlerdi. Bunun Abaddon'ın işi olduğundan yanaydı bir yanım.

Sessizce ateşi izliyordum. Çıkardığı çıtırtılar kulağımda yankılanan tek sesti. Saçlarım uzamış, burnuma kadar geliyorlardı. Arada bıçağımın keskin kısmıyla kesmesem çoktan omuzlarıma varırlardı.

Ateşin üzerinde, vücudundan akan her sıvının, ateşin odunlarına damlayıp sesinin kulaklarıma varışını iştahlı bi biçimde dinlediğim tavşan eti vardı. Uğruna savaştığım kaplan ise hemen altımdaydı.

Pişen etten bir parça ağzıma attım. İç kısımlar muhtemelen hala çiğdi.

Artık bir zavallı gibi onu beklemiyordum. Evin önüne dahi yaklaşmıyor, zihnime çehresini unutması için yardımcı oluyordum. Zor olmamıştı. Ondan nefret ediyordum.

"Sen, sen ciddi misin!"

"Ciddiyim. Şuan tatile çıkıyorum hatta. Orada olmamı istemediğine göre gidip alacak onu."

Namjoon elindeki çelik kaseye doğru sevinçle bağırdı. Ölüm meleğiyle iletişim kurmak için çok tuhaf bir yol izlemiştik. Namjoon'un evinden çıkan metal kasenin üzerinde, daha önce Taehyung'ta gördüğüm kadehteki gibi şeytan figürleri vardı. İçine bir sürü tuhaf şey atıp bir süre gözlerini kapatmış, latince bir şeyler fısıldamıştı. Hemen sonrasında içine attığı otlar ve hayvan bacakları kaybolup yerine katran gibi siyah bir sıvı dolmuştu. Sıvı her titrediğinde Abaddon'la konuşabiliyorduk.

Namjoon, iki dakika öncesinde aldığı haberle heveslenip yerinde duramamıştı. Ben ise gözlerim dolu dolu konuşulanları dinliyordum. Sonunda, sonunda buraya geri gelmesi için bir şeyler oluyordu.

lilith's sin ⸸ taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin