I

596 25 33
                                    

Yatağımda öylece uzanırken düşündüm, acaba öldüğüm bir evren var mıydı?

Derince bir nefes verirken onlardan birinin içerisinde olmayı diledim.

Yarın 28. yaş günümdü, ben ise hâlâ annemin kolları arasında uyandığım zamanları özlüyordum.

Kapının çalınmasıyla dikkatim dağıldı, yavaşça doğruldum ve terlikleri ayaklarıma geçirdim.

Yıl 1928. Ilık bir kış günü.

Birinci dünya savaşının üzerinden 10 yıl kadar geçmiş olmasına karşın hâlâ acısını çeken insanlarla doluydu her yer.

Savaş, ne acı getirendi...

Ayaklarımı sürüye sürüye kapıya ilerledim ve açtım, gelen postacı bir gençti.

"Ronald Anthony'e gelen bir mektup var, acaba siz misiniz efendim?" Diye sordu.

Başımı onu onaylarcasına salladım, bana mektup dolu çantasından bir tanesini çıkardı. Gözlerimi kıstım, mektup almaya pek alışık değildim.

"Buyrun Bayım, bu sizin." Diyerek mektubu bana doğru uzatan postacı gence baktım, yüzümdeki ifade şaşkınlık ve şüpheyle doluydu. Bunun farkındaydım.

Muhtemelen o da farkındaydı.

"Teşekkür ederim, genç adam; sana herhangi bir içecek ikram etmemi ister misin?" Diye sordum, aklım elimdeki mektuptayken.

Gülümsedi.

"Teşekkür ederim efendim ama sizi reddetmek zorunda kalacağım, dağıtmam gereken ve sahiplerine ulaşması gereken mektuplarla dolu bir çanta taşıyorum, size iyi günler dilerim." Başındaki kasket şapkasını hafif yukarı kaldırıp indirdi bir yandan neşeyle gülümsüyordu, başımla onu onayladım ve biraz ardından kapıyı kapattım.

Derin bir nefes vererek kendimi koltuğa bıraktım.

Mektubun dışını incelemeye başladım, üzerindeki erimiş mumun rengi mat lacivertti.

Hepimiz bilirdik, mavinin anlamını; dilimize hüzün olarak da geçmişti ve sessizdi.

Rahatlatıcı bir özelliği de bulunurdu ayrıca...

Ama bu mektup fazla sorumluluk kokuyordu. Belli ki bir kadın hazırlamıştı, parfümünü üzerine sıkmıştı veya sinmişti.

Tanıdık bir parfümdü, kaşlarımı kaldırdım. En sonunda zarfı açmaya karar verdim.

Yırtmamaya özen göstererek mührü kaldırdım ve içinden kirli beyaz katlanmış sayfayı çıkardım. Açtım.

Ardından okumaya başladım.

Sevgili Ronald,

Ben Teyzen, Margaret, nasılsın? Sağlığın yerinde mi?

Beni sorarsan, sizleri gerçekten çok özlediğimi ve bir gün mutlaka ziyaretinize geleceğimi söyleyebilirim.

Görüşmeyeli çok uzun bir zaman olduğunu ayrıca senin savaşın yaralarını sardığını biliyorum. Annenden, uzak bir yerde inzivaya çekildiğini ve tek başına yaşamını sürdürdüğünü duydum.

Ah, Sevgili Ronald'ım, olanların canını ne kadar yaktığını biliyorum... En azından biraz da olsa kendini ve kalbini iyileştirdiğini umuyorum.

Lakin senden bir iyilik isteyeceğim, biliyorum buna pek hakkım yok ama mecbur kalmasam seni sıkıntıya sokacak hiçbir şey istemezdim, biliyorsun.

Bir süredir tarım işlerimiz pek iyi ilerlemiyor, kolay geçinemiyoruz, ben ve eşim yoğun bir şekilde çalışıyor ve iyi olmaya çalışıyoruz.

Oğlumuz Cliff bu sene üniversiteye hazırlanıyor ve biz onun okumasını, en iyi yerlere gelmesini istiyoruz.

Bunun için de derslerine ve gireceği mülakata yoğunluk göstermesi gerekiyor ama bizi ne zaman o halde görse dayanamayıp yardımımıza koşuyor.

Bu yüzden, düşündük ki... Belki de bize bu konuda yardımcı olabilirsin. Cliff'i yanına alabilir ve bir süre ona bizim için bakabilir, göz kulak olabilirsin.

Eğer ricamızı reddedersen de sorun değil, Ronald. Anlayışla karşılarız.

Senden en yakın zamanda bir cevap mektubu bekliyoruz. Okuyup, bize değerli vaktini ayırdığın için çok teşekkür ederiz.

Sevgiler, Margaret Matthew.

Yorgun gözlerimle kağıda son bir kez bakıp masaya koydum.

Ve düşünmeye başladım.

Yalnız yaşamayı benimsemiştim, evimde birileri daha olsun istemiyordum veya birilerine ihtiyaç duyduğumu hatta ve hatta muhtaç olduğumu düşünmüyordum.

Elimi saçlarıma götürüp karıştırdım.

Şimdi, ricayı reddedeceğim bir mektup yazmalıydım ama bunun için yeterince yorgundum.

Her sabah kalktığımda böyle hissediyor olmak biraz can sıkıcı olmasına rağmen elimden başka bir şey de gelmiyordu.

Başımı geriye attım, saatin çıkarmış olduğu tik tak seslerine bıraktım kendimi.

Bu ses bazen beni sinir etse de bazı zamanlar beni "şu ana" atıyordu.

Hatırlatır gibi bir hali vardı yaşadığımı. Unutturmazdı.

Biraz da uyarıcıydı, zamanın daralıyor Ronald; bir şeyler yapma zamanın gelmedi mi? Der gibiydi.

Gözlerimi kapattım, ben 28 yaşına girecek olan Ronald Anthony; muhtemel ömrümün yarısına varıyordum.

Kendi kendime güldüm, şimdi de orta yaş krizi geçiriyor olamazdım herhalde?

Omzumda duran meleklere döndüm, konuşup duruyorlardı.

"Kesin sesinizi." Dedim, "Hayatımı henüz harcamadım."

Koltuktan kalktım, mektuba tekrar bakmadan odama ilerledim.

Dinlere göre insanlar öldüklerinde bir yerlere giderlerdi; iyi veya kötü ama sahiden ne olurdu? Evrende ruhlarımız dolaşır mıydı? Sevdiklerimizi bir daha görebilir miydik? Zaman nasıl akardı? Yoksa farklı bir dünyada yeniden mi doğardık?

Bazen Tanrı olabilmek istiyordum, sırf bilmek için.

Bu sırada üstümü değiştirdim ve şapkamı askıdan alıp kafama geçirip evin içerisine bir kez daha baktım; kim bilir belki de bu son bakışım olurdu? Bilemezdim.

1928 BxBOnde histórias criam vida. Descubra agora