Bölüm 1 "Güney'e Giderken"

97 5 5
                                    

Selamlar efendim. İlk hikayemin, ilk bölümüyle huzurlarınızdayım. Yaz sıcaklığında bir bardak limonata etkisi yaratabilmek umuduyla. Sürç-i lisan ettikse affola.

İyi okumalar!


Son bavulu da arkaya yerleştirip elimdeki hayali tozları temizledim. Bir hayalimizi daha gerçekleştiriyorduk.

Beynimin içi, sen tek kişinin beynisin. İki kişilik düşünmeyi bırak lütfen!

İsteğimin kabul buyurulmasını arz ve rica ederim efendim. Teşekkürler.

Sürekli olarak birinci çoğul şahıs olarak düşünüyorum. Çünkü bir ben daha var, benden içeri.

Delfin.

Çocukluk arkadaşım.

İlkokulda şans eseri oturduğumuz tahta sıra bizi yirmi dört yaşına beraber getirdi. On sekiz sene. Gerçekten akla zarar.

"Tahta sıranın üzerine kazıdığımız adlarımız silinene kadar ayrılmayacağız." diye söz vermiştik birbirimize. Muhtemelen sonsuza dek ayrılmayacaktık.

Tabii ki bunda bu sözü verdiğimiz sene sonunda sırayı gizlice okuldan çıkartıp, evin garajına koymamızın bir etkisi yok. Lütfen!

Çocukluk aklı işte. Okulda sırayı zımparalarlarsa arkadaşlığımızın biteceğine inanıp ağlamıştık. Kamu malına zarar mı? Öyle bir şeyden haberimiz yoktu. Olsa bile, başına buyruk tipler olarak her türlü çıkartırdık o sırayı okuldan.

Ah bizim illegal ruhumuz.

Şimdi bu tahta sıra, uzun yıllardır hayalimiz olan karavanın içinde yerini almışı. Adlarımızın kazılı olduğu kısım hariç boyamıştık.

Aşkım Pırıl ve Delfin.

Evet efendim, bendeniz Aşkım Pırıl Karaca.

Büyük bir aşkın çocuğu olarak bu aşkın yükünü adımda taşıyordum. Annemle babam otuz sene geçmesine rağmen ilk günkü gibi aşıklar.

Aşkım.

Babamın fikriymiş. Ah baba, yaktın beni.

Tahmin edersiniz ki lise gibi bir yerde ergenliğe girmiş, sesleri borazandan farksız olan testosteron depoları adımla dalga geçiyorlardı.

"Aşgım bir şarkı aç da dinleyelim, aşgım." diyenlerden tutun, "Aşkım baksana bana, aşkım." diye Nazan Öncel dizeleriyle çağıranlara kadar her çeşit insan vardı.

Zaten ailesinin ya da sevgilisinin görmesinden korkup, telefonlarına kaydederken adımın Aşkım kısmını hiçe sayıp yalnızca Pırıl Karaca olan kısmını kullanmalarından bahsetmiyorum bile.

Bu kadar da korkak olmayın be kardeşim! Gerekirse kimliğimi gösterirdim.

Üniversitemde ise işler değişmiş, okuduğum bölümün de verdiği romantiklikle – edebiyat okuyorsun diye Turgut Uyar olmuyorsun canım- adımı çeşitli aşk şiirlerinde geçirmişler, saçma sapan şekilde açılmaya çalışmışlardı.

Çok etkileyici gerçekten, Cemal Süreya'dan hiçbir farkın yok.

Ben de Tomris Uyar, memnun oldum.

Gerçi Tomris isem üzerim seni ama...

Aman Pırıl, edebiyat magazinine hiç girmeyelim. Çıkamayız çünkü biliyorsun.

Sen bebeğine odaklan. Portakal rengi bir bebek. Dantelden perdeleri, fırfırlardan yatak örtüleri olan bir bebek.

Karavanımız.

Delfin de ben de üniversiteyi bitirdikten sonra, bir iki yıl eşek gibi çalışmış para biriktirmiştik.

İkimiz de gezmeye, yeni yerler keşfetmeye bayılırdık. Çeşitli turlara katılıp şehirleri gezmiştik. Ve ben içimdeki şeytanı susturamamış bir blog açmıştım. Gezi yazılarımızı çektiğimiz fotoğraflarla renklendiriyor, standartların dışına çıkıp daha eğlenceli bir hale sokuyorduk.

Bu olay istemsiz bir şekilde patlamıştı. Ajanslardan teklifler gelmişti. Biz de kabul etmiştik.

Hadi ama. Siz de kabul ederdiniz.

Bu tura çıkmamızın amacı da işti. Tabii ki hayalimiz olmasa zevk almazdık ama bedava yapsak da paramız dayanmazdı. Tamam biriktirmiştik ve ikimizin işi de uzaktan yürütülebilecek işlerdi ama bunun benzini vardı, arabanın bakımı vardı. Vardı işte bir sürü şey.

Ajanstan gelen teklife göre Antalya'ya gidiyorduk.

Kaş'a.

Adamın biri otel işletmesi almış, tanıtım yapmak istiyormuş. Üç günlüğüne otellerinde misafir edeceklermiş. Canımıza minetti. Tek yapacağımız şey bir video çekmek olacaktı. Beleşten tatil. Oh mis.

Bu otelden sonra Akdeniz Bölgesi'nde taş üstünde taş bırakmayacağımız için epeyce bir yükümüz vardı.

Ah benim canım yazlık elbiselerim... Efil efil, çiçekli böcekli küçüklerim.

Benimlesiniz hepiniz. Evet canım bikinilerim, siz de benimlesiniz.

Ergenliğimde de yaşıtlarıma göre büyük olan göğüslerimi ve kalçalarımı saklamaya çalışıp, bol pantolonlar ve tişörtler giyerdim. O zaman da dikkat çekiyorlardı. Yapabilecek bir şeyim yoktu. İçinde sapkınlık olan insan her türlü giyinişte bakardı. Ben de kendimi – göğüslerimi ve kalçalarımı- özgür kılıp istediğim kıyafeti giymeye başladım. Epey de yakışıyorlardı.

Selam yükselen Aslan burcu. Sen de buradaymışsın. Bu ne egoistlik efendim?

Delfin'in kolumu koparırcasına dürtmesiyle ona döndüm. Al kolum senin olsun. Bana lazım değil.

"Hayırdır?" dercesine kaş göz yaptım. Gözlerini devirdi. "Aptal aptal hareketler yapma da bin şu arabaya."

Ah canım benim. Ne kadar da seviyor beni. Şu konuşmanın kibarlığına bakın.

Bindim.

Ben sürecektim başlangıçta. Yorulunca değiştirirdik. Son kez Delfin'le kaldığımız eve bakıp el salladım. Evin içinden bir silüet de bana el sallasa korkudan felç inerdi ama konumuz bu değil. Evimizin de bir ruhu vardı sonuçta.

Arabaya iyice yerleştiğimizden emin olduktan sonra gazladım.

Bekle bizi Kaş biz geliyoruz.

Arkadan da Mor ve Ötesi çalıyormuş. Çal Harun'cuğum çal.

Güney'e Giderken çal.

GİDELİM BURALARDANWhere stories live. Discover now