üç kişilik zaman yaşamak • beklemek

Start from the beginning
                                    

Sabır; insana kendi kudretinin işareti silinmiş sınır taşlarını hatırlatan, şeyleri olduğu gibi serbest bırakmanın, kapıların zorlanmaması gereken yerlerde durmanın, eşikte oturup beklemeyi bilmenin, ruhu sükuna erdiren teslimiyetin, umutla ve inançla bekleyişin adıdır. Sabır edilgenlik veya vazgeçiş değil, 'bekleme sanatı'dır. Ne zaman harekete geçeceğinin idraki. Zamanı telaşla kovalamak yerine, ani tatmine direnerek, onun bize sunabileceği yeni imkanları gözlemek sanatı. Rilke'nin Genç Bir Şaire Öğütler'de söylediği gibi : "Kalbinde çözülmeden kalan her şey için sabırlı ol. Cevapları şimdi arama. Şu anda cevaplar sana verilmez, çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın. Bu her şeyi o an yaşama meselesidir. Şu anda soruyu yaşaman gerekiyor. Belki daha ileride farkına bile varmadan, günün birinde kendini cevabını yaşarken bulacaksın."

Kur'an, 'Allah sabredenlerle beraberdir' buyruğuyla, sabra müstesna bir değer biçmiştir. Kadim öğretilerin aksine günümüz dünyası hızın kutsandığı, hızlı olanın yavaş olanı yuttuğu bir dünya olmaya doğru pürtelaş yol alıyor. Ani tatmin doğuştan hakkımız zannediyoruz. Halbuki çabasız ödül, insanı sadece şımartır. Bekleyebilen, alın teri döken, didinen kişinin mükafatı gayretini sevmesidir. 

Sabır, öfkenin de ilacıdır. 'Yiğitlik, beden kuvveti ve pehlivanlık kudreti değildir. Aksine güçlü yiğit ve dayanıklı bahadır, öfkelendiğinde dik başlı nefsinin arzusunu zapt eden ve kızgınlık deryası çalkalandığında yalpalayan gemisini sabır ve dinginlik limanına demirleyen kimsedir'. der Kınalızade. 

Hayatı nasıl yaşadığımız, hayat hakkında ne söylediğimiz geleceğin bugüne nasıl akacağını da belirler. Geleceğe birbirinden köklü bir biçimde farklı bakan iki insan, hangi eylemde bulunurlarsa bulunsunlar, farklı bir gelecekle karşılaşır. Geleceği biz çağırırız. Dünyayı biçimlendirme tarzımız bizi biçimlendirir ve biz nasıl biçimlendiysek, sırasıyla, dünyayı da öyle biçimlendiririz. Dünyayla yüzleşme biçimimiz dünyadaki yüzümüzü de değiştirir. Herkes kendi kaderini yaşar, kimi zaman harikulade bir ömür, kimileyin de tam bir hayal kırıklığı olur yaşadığımız, kimileyin eve dönüşün kutlamalarına katılırız kimileyin de sürgün ediliriz yurdumuzdan. Kader bizimdir, hayat bizimdir, bize sunduğu vaat ona cesurca katılıp katılmayacağımızda saklıdır. Bu vahşi ormanda, yolumuzu yitirmek pahasına, yürümeye talip miyiz? Yolda kendi uçurumlarımızla karşılaşmaktan, kendimize rastlamaktan korkuyor muyuz? Hayal kırıklığını, varlığın o her şeyden ağır yükünü üstlenmeye talip miyiz? İncinmeyi göze alabiliyor muyuz?

Yaşamaya cesaret etmek. Sabır, dirençli ve cesur insanların süsüdür.

Sabır bir bekleme sanatı, zamanı nakışlandırma pratiği. İç ve dış gerçekliği verili bir anda olduğu gibi kabullenebilmek. Dilinde pişmanlığın kekre tadı olmaksızın her şeyin daha iyiye gidebileceğine dair ümidini korumak. Telaşa kapılmaksızın daha güzel zamanları bekleyebilmek. Olgunluğun bir alameti, bir karakter gücü, bir erdem. Ham yetenek tek başına sizi nadiren hedefe taşır, oysa sabırla işlenen bir yetenek olgunlaşır ve meyveye durur. Bir çocuk ancak sabırla büyütülebilir. Sevgi ötekini dinlemeyi, onun hayatını anlamak için emek vermeyi ve dolayısıyla sabrı gereksinir. Evlilik sabır ister: Ayrı geçmişlerin kuyusundan çıkan iki insanın birbirini anlaması, birbirine imtizaç etmesi ancak sabırla mümkündür.

İnsan zamanın dokusunda yaşayan, öleceğini bilen ve kendi ölümünün idrakinde olan yegâne varlık. Kısacık hayatlarımız sonsuz bir enginlik tarafından yutuluyor ve biz ölümlü olduğumuz bilgisinin gölgesinde yaşıyoruz. 'Aynı adımla hem ölüme hem de geleceğe yürüyoruz' demişti Minkovski. Hayatımızı anlamlandırmaya, bu anlamla beraber onu yaşanılabilir ve katlanılabilir kılmaya gayret ediyoruz. 

Çok tatlı bir Habeş hikâyesi vardır; Habeşistan'da, zamanın birinde birbirlerini çok seven bir adam ve bir kadın yaşıyor, evlenmek isteseler de adamın daha önceki evliliğinden olan evladı yeni bir anneyi hiç istemiyor. Ne yapalım diye köyün bilge kişine danışıyorlar. "Ne yaptıysam, ne kadar yanaştıysam, aman dilediysem, ne kadar kendimi ona sevdirmeye çalıştıysam yaklaşamadım ve kendimi sevdiremedim, delikanlı beni istemiyor'' diyor, kadın. Bilge kişi, "Git bir kaplanın bıyıklarından üç tel kopar getir bana. O zaman senin müşkülatın hallolacak" diyor. Kadın "Bu kolay iş mi, nasıl yapayım?" diye düşünüyor. Önce kaplana ne mesafede yaklaşırsa problem yaşamayacağını öğreniyor, sonra yavaş yavaş ona yiyecek götürmeye başlıyor, kendisini sevdiriyor, bir süre sonra kaplan onun kötü niyetli olmadığını, kendisini beslemeye geldiğini anlıyor. Yakınlaşıyorlar nihayetinde. O kadar uzun zaman geçiyor ki bu süreçte. Nihayet bir gün kaplan uyurken üç tel almaya muvaffak oluyor kadın. Fakat o zaman içinde bir şeyi öğreniyor; her şey yavaş yavaş ve sabırla olur. Bu süre içinde oğlu olacak o delikanlıyla zaten yakınlaşmış oluyor. Zaman ona beklemeyi öğretiyor. O beklemeyi bildiği ve hamlelerini yavaş yavaş yaptığı zaman, aynı kaplana yaklaşır gibi, çocuğa yaklaşarak aralarındaki buzları çözebileceğini görüyor. Hikâyenin bize anlattığı şey, iyi olan her şeyin zahmet ve emekle var olabileceğidir. Zahmetsiz pişmiş aşın lezzeti olmaz. Sabır işte o zahmete ve çileye, sarp yokuşu tırmanmaya veya dar kapıdan geçmeye talip olmaktır.

Sadra şifa anahtar bir cümlemiz var: "Bu da geçer ya hu!" . Onu dediğimiz zaman, hayatın o ana asılı kalmadığını söylemiş oluyoruz. Onu tekkede asılı bir levha olmaktan çıkarıp hayatı kuşatan, yaşayan bir ruh haline getirmek lazım. Fethi Gemuhluoğlu, " Gelecek iyi olur, mazi bitmiştir. Gelecek bize ait bir endişe ve bekleyiş değildir. Hale razıyım. "Dem bu dem" deriz. Allah deriz. Peygamber-i Ekber deriz. Meded ü inâyet Ya Şah-ı Velayet deriz" diyordu. Sabır bir zikirdir.

yazının tamamı için : http://www.mucerret.com/yazarlar/sabir-bekleme-sanati/

BekleyişWhere stories live. Discover now