seni bildikten sonra bilmediğim kelimeler • yürekte leke

2.2K 192 41
                                    


"Hayırlı sabahlar."

"Hayırlı sabahlar Hülya."

"Kahvaltıya ne yapayım?"

"Hiçbir şey. Erken çıkacağım. Yaylaya gideceğiz. Biraz gecikebilirim."

"Peki..."

Söyleyecek başka bir şey bulamamak canımı sıkmıştı. Dün geceki konuyu konuşmak istiyordum aslında. Haklıydı, bu saçmalık uzamıştı.

"Sefa--"

"Sonra konuşalım." deyip net bir şekilde kestirip attı. İnce kazağının üzerine ceket giyip yakasını düzeltti ve "Gidiyorum ben. Allah'a emanet ol." deyip odadan çıktı.

Harika! İşte öğren bakalım gerçek küslük nasıl oluyormuş, Hülya hanım! Nasıl da ciddi konuşuyor, net bir şekilde laf bölüyor, ortamı rahatsızlık hissine boğuyormuş insan isteyince. Beş dakikada öğrenmiştim doğrusu, Sefa epey başarılıydı.

Akşama dek zaman evde geçmezdi. Hazırlanıp anneme gittim. Birlikte kahvaltı yaptık. Abdullah Orhan'ın ödevlerine yardım ettim. Zeliha teyzelere uğradım. Selma'nın canı istedi diye baklava yapıyorlardı, ben de yardım ettim. Sonra birlikte Selma'nın bir proje ödevini yaptık. Çay içtik, sohbet ettik. Akşam hava kararmaya yakın eve döndüm. Kuran okuyup tesbih çektim, akşam ezanını kıldım. Kitap okudum. Acıkınca bir şeyler atıştırıp onları toparladım. Kedilerle oynayıp sohbet ettim. Çamaşırları katlayıp yerleştirmeye koyuldum. Sefa hâlâ yoktu ve saat neredeyse on buçuktu. Elimdekileri dolaba yerleştirirken kapı sesi geldi. Önce banyoya gitmişti seslere bakılırsa. Bir kaç dakika sonra odanın kapısı aralandı.

Sefa içeriye girip selam verdi, selamını aldım. Sesi ciddiydi, sevecenlikten uzaktı. Üzerindeki ceketi çıkarıp yanındaki komodinin üzerine koydu. Elimdeki son bir kaç parça kıyafeti dolaba yerleştirirken eli dikkatimi çekti ve baktım. Ona bakarken elimdeki çamaşırların bir ikisi düşmüştü.

"Eline ne oldu?" dedim. Çamura benzeyen kahverengi lekelerle doluydu parmakları. Yıkamaya çalışmış ama çıkmamış gibiydi, yer yer kaybolmuş yer yer sinmişti tenine.

"Ekmek için emek." dedi. "Yayladan topladığımız kaldirekleri doğrarken oldu. Renk bırakır o bitkiler böyle. Çabuk geçmez." Biraz duraksadı, bakışları ellerine gitti. Sonra gözlerime değdi. "Tiksindiysen bakma."

Kaşlarımı çattım. Beni ne sanıyordu? Ben de bu köyde büyümüştüm. Üniversite için başka bir şehirde dört  yıl yaşamış olmam bunu değiştirmiyordu. Yazları ve tatillerde buradaydım. Herkes gibi devam ediyordum ben de  memleketimdeki yaşamıma. Bir ân kızsam da sabun köpüğü gibi söndü öfkem, gözlerine bakınca. Ona alışmak için istediğim zamana ve bu küslük oyununa saygı gösterse de belki onu onun beni sevdiği gibi sevmediğime yormuştu bunu, kim bilir. Yahut kırlmıştu. Ya da hâlâ bana küslük nasıl yapılır onu göstermeye çalışıyordu.

Kaşlarım normal halini aldı. Katladığım elbiseyi yatağın üzerine bırakıp bir kaç adımda yanına vardım. Giyeceği temiz tişört elindeydi. Tişörtü ucundan yakalayıp yan tarafımdaki komodinin üzerine bıraktım. Ne yaptığımı anlamaya çalışır gibiydi, beni seyrediyordu. İki yanında sarkan ellerini yakalayıp havaya kaldırdım ve üzerlerine dudaklarımı dokundurdum. Bakışlarımı utanarak gözlerine çevirirken ellerini biraz daha sıkıca kavradım. Gözlerinde şaşkınlığına eşlik eden parıltıları görmemek imkansızdı.

"Yalnız insaniyetini, merhametini, ahlakını kaybetmiş insanlardan tiksindim bu hayatta. Ellerindeki lekeler senin kim olduğunu değiştirmez. Yeter ki yüreğinde leke olmasın."

Hayreti yavaş yavaş uçup gitmiş, dudakları tebessümle kıvrılmıştı. O gülümseyince içim rengarenk desenlere boyandı. Aynı benim yaptığım gibi, hâlâ avuçlarımın arasında olan elleri yardımıyla ellerimi hafifçe kaldırıp üzerini yavaşça öptü. Bu kez benim dudaklarım kıvrıldı iki yana. Ellerimi ellerinden çekip sırtına dokundurdum, sarıldım ona. Geri kaçmaya çalıştı.

BekleyişWhere stories live. Discover now