9

1.1K 126 14
                                    

Hani bazı anlar olur ya, sanki akrep ve yelkovan hareket etmeyi bırakır, zaman ilerlemez. Saat durur.

O anlardan birini yaşıyordum. Ne ben hareket ediyordum, ne de o. Bacaklarım şiddetli bir şekilde titriyor ve kemiksiz bir et parçası gibi yere düşecekmişim hissi veriyordu. Öyle ki ellerimle sıkıca tutunduğum ceketinin altından avuçlarım çoktan ter içinde kalmıştı.

İçimde tutamayarak, dürüstçe ettiğim itiraf karşısında gözlerinden okunan şaşkınlıkla yüzüme bakıyor ve tek kelime etmiyordu. Ben ise daha fazla konuşabilecek gücü kendimde bulamıyordum. Birine, onu sevdiğimi söylemek bu kadar zor olmamalıydı. Neden bu denli küçük bir olay beni bu şekilde heyecanlandırmıştı? Karşımdaki adamın tek bir kelime dahi etmeyişi bunu söylemekle hata yaptığımı düşündürmeye başlamışken merdivenlerin olduğu kısımdan birkaç ayak sesi geldi. Gözlerimi zorla olsada Jungkook'un üzerinden çekip, gelen kişiye baktım.

"Yoongi Hyung?"

Jungkook'un sesi kulağıma iliştiğinde ellerimi ceketinden çektim ve bileklerimle yanaklarımı silerek birkaç adım geriledim. Yoongi, kulağıma çok tanıdık geliyordu. Bu isimli o illeti hatırlamam ise çok uzun sürmemişti.

"Yoongi." kaşlarımı hafifçe çatarak sert bir ses tonuyla ismini söylediğimde gözleri Jungkook ile benim aramda gidip geliyordu. En sonunda benim suratımda durduğunda, ifadesiz yüzü yerini asla değişmeyen bir gülümsemeye ve sahte bir şaşkınlığa bıraktı. "Rosé, hiç değişmemişsin. Saçların hâlâ kahverengi ve—"

"Bir daha o ismi tekrarlama Suga." dudaklarını birbirine bastırdığında daha fazla ciddi kalamayıp, ağlamam gereken halime kahkaha atmaya başladım. O da benimle gülmeye başladığında başından beri yanımda dikilen ve şu an gerçekleşen olaydan hiçbir şey anlamadığı belli olan Jungkook'a çevirdim bakışlarımı. Başta omzuna asılı çantasının askısı dirseklerine kaymış, benim ona yaptığım itirafın şokunu atlatamamışken arkadaşıyla tanışıyor olmam garip gelmiş olmalıydı. Ben olsam banada garip gelirdi.

"Sen uzun süre gelmeyince merak ettik. Süslendiğini düşünmeye başlamıştım." ellerini ceplerine sokarak merdivenden bir basamak indi. "Geliyor musun?"

Jungkook, ilk önce Yoongi'ye sonra ise bana baktı. "Hoşçakal Rosie." zorla olduğu belli olan gülümsemesiyle Yoongi'nin yanına ilerledi ve Yoongi'nin bana el sallamasının ardından birlikte merdivenlerden inmeye başladılar. Buradan gitmesini engelleyememiştim ve bende telefon numarası dahi yoktu. Sanki ülkeden ayrılıyormuş gibi hissettirmesi saçmaydı açıkçası fakat buradan gittiği anda onu göremeyecektim. Sanırım benim bir sürelik aşk hikayem son bulmuştu.

Ayaklarımı sürüyerek daireme ilerledim ve aralık kapıyı ittirerek açtım. Dramatik bir filmin içinde gibi hissediyordum, duygusal bir gündü sonuçta.

Onun bana söylediği son kelimelere zihnimin her bir köşesinde dönüyor, adeta dans ediyordu. "Hoşçakal Rosie." sesli bir şekilde mırıldandığımda bir şey dikkatimi çekti. Rosie mi?

"Rosie mi?"

Arabaya binip, yaşacağı yeni eve doğru yola çıktığı andan beri bir tarafı kendisine aniden yapılan itiraf ve o an gözleri ağlamaktan kızaran kızı düşünüyordu. Şu zamana kadar tek yaptıkları didişip, en ufak konulardan bile tartışma çıkartmaktı fakat şimdi her şey değişmiş gibiydi. Artık her gün uğraştığı ve kendisine tonlarca küfür eden kız hemen yanındaki balkonda olmayacaktı. Yeni yaşacağı evde bir komşusu bile yoktu.

Alnını cama yasladı ve yolu seyretmeye başladı. Birkaç Hyung'u ile yaşayacağı evi görmüştü ve apartmanındaki küçük daireden oldukça büyüktü. Öyle ki, tek bir odasının genişliği, eski yaşadığı dairenin genişliğine eşdeğerdi.

the neighborWhere stories live. Discover now