dört

931 61 54
                                    

Kim Jongin;

Uykulu bir şekilde esnediğim sırada Seulgi masaya, tam karşıma oturmuş, çatılmış kaşlarıyla bana bakıyordu. Diğerlerinin dersi olduğu için tek başımaydım ve sanırım Seulgi'nin neden yanıma böyle sinirli geldiğini biliyordum ancak kimseyi çekebilecek durumda değildim. Özellikle de Seulgi'nin saçma triplerini.

Benden başka kimse burada olmadığı için günün şanslısı, pardon, şanssızı, ben olmuş oluyordum.

"Kai," diyerek ters ifadesiyle bana bakmaya devam etti. "Bu ne demek oluyor?"

"Ne, ne demek oluyor?" diyerek ben de kaşlarımı çattım ve saçlarımı karıştırarak masanın üzerindeki karton kahve bardağına uzandım. Neydi bu? Ona hesap mı vermemiz gerekiyordu?

Kafeteryanın açılan kapısıyla beraber gözlerim oraya kaydığında altındaki siyah, kısa pileli eteğini ve üzerindeki beyaz, uzun kollu büstiyerini görmüştüm. Altına tabanlı botlarını giymişti ve jilet gibi dümdüz saçlarıyla her zamanki gibi görünüyordu.

Dikkat çekici.

"Kim Jennie'yi dün stüdyoya çağırmışsınız," dedi, Seulgi, oflayarak. "Neden beni de çağırmadınız? Hayır, ben anlamıyorum, Sehun'un kuzeni falan tamam da tek kelime iletişimiz yok ki sizin onunla. Buzlar Kraliçesi'nde ne buldunuz da-"

Sert bir nefes verdiğim sırada Kim Jennie yavaş ve kendine güvenen adımlarıyla yanımıza gelmiş, gözlerini kısaca benim üzerimde gezdirdikten sonra masanın üzerine rahat bir tavırla oturmuş, doğrudan Seulgi'nin gözlerinin içine bakmaya başlamıştı.

"Sanırım birileri sana bir şeyleri yetiştirmiş," diyerek arkasını döndü, bana kısaca baktı. Dudaklarını şımarık bir tavırla sarkıtmıştı. Ardından tekrar Seulgi'ye dönmüştü. "Oysa ki ben sana yetiştiremeyecek kadar cesaretsiz olacağını düşünmüştüm. Beni yanılttı."

"Ne diyorsun?" diyerek Jennie'ye çatık kaşlarıyla bakmaya başlayan Seulgi'yle Jennie oturduğu masada biraz eğildi, Seulgi'yle aynı hizaya geldi.

"Aptal arkadaşının beni karşısına alamayacak kadar korkak olması gerekiyordu."

Buz gibi çıkan sesi Seulgi'yi de ürkütmüş olacak ki gözlerinden geçen saniyelik tereddütlü ifadeyi görmüştüm.

"Ayrıca," diyerek oturduğu yerde dikleşti ve gözlerini bana çevirdi, Jennie. "Siz neden birisine hesap vermek zorundasınız ki?"

"Kimseye hesap verdiğimiz yok, Jennie," dedim, bezgin bir ifadeyle. Jennie mavi lensli kedi gözleriyle doğrudan bana bakıyordu.

"Sen bir gitsene," diyerek eliyle kışkışladı, Seulgi'yi. "Bizim Jongin'le konuşacaklarımız var."

Konuşacaklarımız mı vardı?

Ne hakkında?

Kalkan kaşlarımla beraber Jennie tekrar Seulgi'ye döndü. "Ne bakıyorsun öyle boş boş suratıma. Gitsene."

"Bu kıza bu cesareti sen mi verdin?" diyerek şok içinde ayağa kalktı, Seulgi. "Şaka gibi."

"Hayır, Tatlım," diyerek Seulgi'nin bileğine uzandı ve sıkıca tuttu, Jennie. Seulgi'nin bileğini biraz fazla sert sıkıyor olmalıydı ki Seulgi'nin suratı buruşmuştu. "Ben cesaretimi kimseden almam." Sıktığı bileği bıraktı ve suratına hiç de şirin olmayan bir gülümseme kondurdu. "Hadi, def ol."

Seulgi gittiğinde gözlerini devirerek masada bana doğru dönmüş ve suratına buz gibi bir ifade yerleştirmişti. Dün, ne kadar güzel güldüğünü görmüş olmasaydım inanın neden böyle somurttuğunu anlayabilirdim.

"Sen..." diyerek kafasını hafifçe sağa eğdi. "Sen benimle dünkü gibi konuşamazsın."

"Her şeyi ters anlayan sensin," diyerek rahat bir tavırla omuz silktim ve oturduğum yere yayıldım. "Branşın dans değil ve orada dans koçları bendim, Jennie. Benim karışmadığım bir şeye sen asla karışamazsın."

"Falan filan," diyerek omuz silkti. "Kim Jongin... Beni hiç tanımıyorsun." Ardından eğildi, suratını suratıma yaklaştırdı. "Herhangi bir konuda en son sözü de, en doğru sözü de her zaman ben söylerim. Ve biliyor musun, bana herhangi bir şey söylenilmesine asla katlanamam."

"Kim Jennie," diyerek alaycıl bir şekilde sırıttım ve oturduğum yerde dikleşerek tam gözlerinin içine bakmaya başladım. "Her zaman şımarık ve her istediği gerçekleşen bir kız çocuğu olarak büyüdüğün için değil mi bütün bu hareketlerin?"

Bir an için, sadece bir an için suratındaki o buz gibi ifadenin değişeceğini, gözlerinde görünen duvarlarının biraz olsun çatlamaya başlayacağını düşünmüştüm ancak tamamen yanılmıştım. Aynı soğuk ifadesiyle ve o umursamaz tavrıyla bana bakmaya devam ediyordu.

"Belki de," dedi ve dudaklarını bilmem der gibi eğdi. "Nedeni veya nasılıyla hiçbir zaman ilgilenen bir insan olmadım, Jongin. Sadece, benim söylediğimden başka bir şey söyleyemeyeceğini sen de herkes gibi öğrenmelisin."

"Kendini çok yüksekte görüyorsun," diyerek başımı iki yana salladım.

Gerçekten, kendisini ne zannediyordu? Bütün kampüsün ve de ailesinin gözünde bir Prenses veya istediği gibi bir Kraliçe olabilirdi ancak bu sadece laftaydı. Kendisini gerçekten ne zannediyordu?

"Biliyor musun?" diyerek koyu renk parlatıcı sürdüğü dudaklarını yaladı. "Kapımda köpek olduğun zaman, bu söylediklerini suratına vura vura sana güleceğim."

"Evet," dedim, o oturduğu masadan kalktığı sırada. "Rüyanda."

Bana kendini beğenmiş bir gülümseme bahşetti, masanın üzerinde duran karton kahve bardağımı aldı ve, "Kahve için teşekkürler," diyerek arkasına bir kez daha bakmadan gitti.

Bütün uykum açılmıştı.

#1-sizce, jennie jongin'i kapısında köpek edebilecek mi?

#2-jennie'nin tavırları sizce fazla mı?

#3: ya da köpek olacak olan kişi jennie mi?

#3: ya da köpek olacak olan kişi jennie mi?

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
i want to do bad things with you • [jenkai]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin