8

5.8K 779 424
                                    


[ 8: kraliçe'nin bahçesi ]

Geçtiğimiz yıllarda, Kore'nin hangi köşesine giderseniz gidin, kimse sorarsanız sorun; herkesin Cennet'ten kopma bir yer olarak tanımlayacağı bir bahçe vardır. Seoul'de, Kral'ın ihtişamlı sarayının biraz uzağında bir bahçedir bu. İşin aslı pek de büyük değildir fakat bu bahçeye gezmeyi bırakın, ilk adımınızı attığınız anda sizi büyüler.

Kraliçe'nin Bahçesi denirdi bu bahçeye çünkü adından anlaşılacağı gibi, sadece ama sadece anneme aitti.

Ölümünden önce, ne zaman babamdan ve bunaltıcı otoritesinden bıksak annem ellerimden tutup o bahçeye götürürdü beni. Bahçenin ortasındaki küçük göle ayaklarımı sokmaya bayılırdım mesela; manolyaların, lalelerin arasında gezinmeye, bazen çimlere serdiğimiz örtünün üzerine uzanıp annemle saatlerce sohbet etmeyi severdim. Gözlerimizi gökyüzünde dolandırırdık ve o zamanlar, her yerimde hissederdim bunu, gökyüzü o kadar da büyük değildi.

Ölümünün ardından annemin şefkatli bakışlarını her yerde arar olmuştum. Babamın istediği bir şeyi yapınca gözlerinin içine bakar, aynı annem gibi, beni tebrik edip destek verircesine gülümsemesini beklerdim inatla. Bu dileğimin boşa olduğunu fark ettiğim zaman, gözlerimi kapamış, içinde şefkati barındırmayı bırakın herhangi bir bakışa dahi kapatmıştım kendimi.

Fakat her şeyde olduğu gibi, Kim Taehyung'da tüm doğrularım, devasa surların karşılaştığı bir mancınık ile küle dönüşmesinden farksız, teker teker yıkılıveriyordu. Onun bakışlarına bakmaktan korkmuyor, aradığım şeyleri bulamamak beni ilk defa ürkütmüyordu. Annemin ölümünün ardından bakışlarımı bir kere daha çıkarmaya korktuğum gökyüzü, onunla bakarken küçülüyor, küçülüyor ve cebime sığabilecek hâle geriyordu.

Şefkatli hissediyordum. Ona bakarken her yanımı şefkat sarıp sarmalamış gibi, Taehyung'u tüm dünyadan sakınmalıymışım gibi hissediyordum.

Bana buna benzer duyguları yaşatan bir diğer kişi ise hemen yanımda elleri cebinde yürürken oradan buradan birleştirdiği fıkraları anlatarak kahkahalar atan küçük bedendi.

Şüphesiz Taehyung ve Julien'ın bana hissettirdiği duyguların çıkış noktası farklıydı fakat Julien'a bakarken gözlerim kısılana dek gülümsememe engel olamıyor, her seferinde onu destekleyici cevaplar vermeyi başarabiliyordum. Evet, Taehyung'un bana hissettirdiklerinden farklıydı fakat yine de şefkatti bu ve hepsinden önemlisi, bana annem gibi hissettiriyordu.

Julien ile anlaştığımız günden beri birkaç defa çalışabilmiştik. Genellikle hafta sonları, onun mahalledekilerle oyun oynayacağım diye çıkıp bulabildiğimiz herhangi bir yerde çalışmamızla oluyordu bu. Ona keman çalmayı öğretmeye başlamıştım fakat beni sürekli şaşırtan yeteneğinin dışında, gerçekten de çok hoş bir sesinin olduğunu fark etmiştim. Onu Taehyung ile tanıştırma kararını da böyle almıştım.

Taehyung'a bir önceki gün, düğündeki faciayı sapasağlam atlatıp eve dönerken Julien'dan kabataslak bahsetmiştim. Onu atölyeye getirmemin sakıncası olup olmadığını sorduğumda, hafifçe gülümseyip bunu sormamın bile saçmalık olduğunu söylemişti.

Bunun üzerine, bu haber ile normalden de neşeli olan Julien ile beraber normalde izinli olduğum cumartesi sabahında atölyeye gidiyorduk. Julien her zamanki pantolonun üzerine ona ilk maaşımla aldığım beyaz gömleği giyip onunla artık birleşmiş olduğunu düşündüğüm pantolon askılarını takmıştı. Buradaki birinci ayımı tamamlamıştım ve işin tuhaf yanı, Taehyung ilk tanıştığımızda vermeyeceğini söylediği hâlde bana maaş vermişti. Ben de ilk maaşımı harcayabileceğim en güzel şeye harcamış, Taehyung ile tanışırken giyecek güzel hiçbir şeyi olmamasından yakınan Julien'a gömlek almıştım.

viva la vidaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin