22

3.4K 487 430
                                    


[ 22: başlangıç ve son ]

Ölüm hakkında şimdiye kadar yüzyıllarca onlarca söz yazılıp söylenmiş, anlatılmış, kulaktan kulağa dolaşmıştır. En yetenekli yazarlar, filozoflar, müzisyenler, besteciler, tiyatrocular ve hepsinin yanında, yalnızca sıradan insan için dahi geçerlidir bu. Her insanın daha bir şekilde çocukluğunda tanıştığı ölümle bir ilişiği hep olmuştur, bu su götürmez bir gerçektir. Lakin hangisi doğruya, sahici olana ne kadar yakındır hiçbir zaman bilinmez, bilinemez. Nasıl olsa yaşayan, aynı sözleri sarf eden insanların hiçbiri ölüme şahitlik etmek dışında hiçbir zaman onu tam olarak görmemiş, anlayamamıştır.

Tüm bunlara, ölümü asla anlayamayacağımı ve ne kadar üstüne düşersem düşeyim bu konu üzerine düşünen herhangi bir insandan hiçbir farkımın olmayacağını bilmeme rağmen bu kelime, peşinden sürüklediği tüm anlamlarla beraber hiçbir zaman bırakmamıştı peşimi. Hikayeme çoğu zaman annemin ölümüyle başlardım, herhangi bir mayıs sabahını anlatır gibi. Benim için her şeyin başladığı, adıma yazılacak bir hikayenin temelinin atıldığı ilk an oydu ve belki de bu yüzden ölümü böylesine kişiselleştirmiştim kendimle.

Biliyordum ki bu durum babam için de aynıydı.

Her ne kadar yollarımız bambaşka ayrımlara çıkmış ve bambaşka çıkmazlarla sonuçlanmış olsa da bir yerde kesişiyorduk, benim için başlangıç ve onun için bir nevi bir son olanla; annemin ölümüyle.

Yine de her şey bir yana bırakıldığında ve benim hikayemi anlatmakla ilgili yaşadığım tüm bu düşüş kalkışlar ihmal edildiğinde, yolumuzun sonunda ve aylar sonrasında Seoul'e dönüşümde yaşamaya fırsat dahi bulamadığım o duygu karmaşasına geçebilirim.

Seoul'e varışımız sabahın son saatlerini bulmuştu, güneş tepede olmasına rağmen soğuk havanın tenimize işleyişini hissedebiliyorduk. Yolculuğumuz benim adıma sessizdi, ara sıra Taehyung'la konuşmuştum, sorduğumda kendine ve bize güveni olduğunu hissettirse de üzerinde hep bir tedirginlik vardı. Yorgun görünüyordu, bunu hissettiğim her an dudaklarına uzanmıştım. Kısacık saniyeleri kapsasa dahi öpücüklerimiz ikimizin de gülümsemesini sağlamak için yeterliydi.

Şehre girişimiz, tahminlerin aksine sorunsuzdu, Yoongi'nin bağlantılarıyla beraber toplanma alanı olarak seçtiğimiz merkezdeki bir hana gitmiştik. Huimang'da kaldığım ilk yeri hatırlatsa da, yeni, parlak renkli boyaları ve bolca müşterisiyle çok daha ılımlı bir yerdi burası. Bir ticaret kafilesi gibi yerleşmiştik, bizim gibi onlarca kafile olduğundan dikkat çekmediğimizi söylemişti Seokjin.

Göstermelik odalarımıza eşyalarımızı bıraktıktan sonra normalde yemek yenilen salona geçip uzunca bir masada toplanmıştık. Öğlen saatleri olduğu için etraf kalabalıktı, bu yüzden kimsenin bize dikkat ettiği yoktu. Yine de dikkatli olmak gerektiğini söyleyen Yoongi, büyük bir ihtiyatla varlığını yeni fark ettiğim saray haritasını masaya sermişti. Hepimiz etrafına doluşurken Taehyung, haritanın başına geçmiş ve beni de yanındaki sandalyeye çekmişti.

Gözleri gergince hepimizin üzerinde dolanırken herkes sessizce onu bekliyordu. Biraz durduktan sonra, "Saat tam olarak öğlen oldu," demişti tok bir sesle. Şimdi daha kendine güvenen bir ifade vardı yüzünde. "Bir aksilik çıkmadıysa eğer neredeyse tüm kollarımız Seoul'e gizlice girmiş olmalı. Birkaç saat sonra bu sayı tam olacak. Hava kararınca başlıyoruz. Saat onda, günlük rutin olarak gözcülerin vardiya değişimiyle Suncheon'daki adamlarımız gözcülerin arasına sızacak. İşler umduğumuz gibi giderse onları etkisiz hale getireceğiz ve içeri girecek grup -ki bu da biz oluyoruz- devreye girecek. Bu sırada diğer tüm kollar, sarayın etrafında nöbetleşecek ve askerlerin müdahale etmesi durumunda onlara karşılık verecek. Önceliğimiz olabildiğince az kişinin zarar görmesi, bu yüzden kimseyi öldürmemeye dikkat edin. Yaralayın ancak başka türlü zarar vermeyin."

viva la vidaWhere stories live. Discover now