on dört

608 81 78
                                    

ten'in beklediğinin aksine, johnny'nin suratı asıktı. herhangi bir mutluluk belirtisi yoktu. uzun zamandır ten'in bunu demesini bekliyordu, peki şimdi neden böyle davranıyordu?

"mutfağa gidip bir şeyler yemeliyiz, değil mi?" diye sordu ten ortamı değiştirmek için. yataktan indi ve johnny'yi de peşinden mutfağa sürükledi.

ten'in karşısına, mutfağın ortasında bulunan yemek masasının etrafındaki sandalyelerden birine çekip oturdu. ten dolapları karıştırıp yiyecek bir şeyler aradı, bu sırada johnny'nin hâlâ değişmeyen ifadesini düşünüyordu.

"ah, burada mısır gevreğimiz-" cümlesi, aniden açılan kapıyla kesildi.

"ten! bugün iyi günümdeyim o yüzden sana yemek getirdim." donghyuck, mutfağa girdiği an ten ve johnny'yi görmüş, olduğu yerde elinde poşetlerle donakalmıştı. üçünün arasındaki saçma sessizlik, donghyuck'un elindeki poşetleri yere bırakıp ten'i saçından tutarak ofisine sürüklemesiyle son bulmuştu.

"neler oluyor böyle? şimdiye kadar ölmüş olması gereken kişi neden şu an mutfağımda?"

ten parmağıyla kapıyı gösterip odadan çıkmaya yeltendi, "aldığın şeyler soğuyacak, gidip yemeli-"

"hiçbir bok yemeyeceksin. ne zamandan beri onunla görüşüyorsun?"

ten bakışlarını aşağı indirip tırnaklarıyla oynamaya başladı. bu noktada donghyuck'a yalan söyleyemezdi, "ımm, iki ay?"

cevabıyla birlikte hiç beklemediği şekilde yumruğu yüzüne yemişti. bir suikastçı olduğundan dolayı bunlara alışıktı fakat bu yumruk yüzünü biraz yakmıştı.

"yani tüm bu zaman onunla birlikte miydin? tahmin edeyim, markete gidiyorum diyerek aceleyle evden çıktığında ona gidiyordun. ya da gece yarısı eve döndüğün vakitlerde de onunlaydın. değil mi?"

"pekala, bak. ilk başta sadece markete gidiyordum."

"ten-".

"sadece yaşlı sapık adamlarla birlikte olduktan sonra onun ne kadar iyi geldiğini bilmiyorsun."

donghyuck derin bir nefes aldı, sinirle gözlerini birkaç saniye kapadı. "bak, bir sürtük olduğunu biliyordum ama şimdi böyle davranmanın sırası değil," bir nefes daha aldı, "şimdi gidip onun işini bitireceksin, ten. bu iş fazla uzadı."

ardından ofisinden çıktı ve masada oturmuş aldığı yemekleri yiyen johnny'yi gördü.

"ne yaptığını sanıyorsun?"

"işimi." johnny cevap vermeden önce elindeki silahı kaldırıp donghyuck'a doğrultmuş ve bir 'klik' sesiyle tetiği çekmişti. şanslıydı ki ten ofisinden daha yeni çıkmıştı, gördüğü silahla genç olanı tutup odaya çekmişti.

ten kapının arkasından bağırdı, "johnny, neler oluyor?"

"o silahı nereden çıkardı? kıçından mı? bir silahı saklamak için yeterince büyük."

"donghyuck neredeyse ölüyordun, şimdi şakanın sırası mı?"

"ten, insanlar yıllardır beni öldürmeye çalışıyor. bu yeni bir şey değil."

johnny'nin sesi konuşmalarını bölmüştü, "ten, buraya gel, lütfen. beni sevdiğini söyledin, direkt olmasa da bunu kastettin."

"elinde bir silah var, johnny. sana neden güveneyim?"

ikisi konuşurken donghyuck girişteki dolaba ilerlemiş, en alttaki çekmeceyi açarak sakladığı tabancayı çıkarmış ve şarjörünü doldurmuştu. güvenliğini de açtı ve ten'e silahı uzattı.

"bunu neden bana veriyorsun?"

"çünkü burada eğitimli katil olan sensin."

"donghyuck, silah kullanamam-"

"aptal, silah kullanmayı sevmediğini biliyorum. fakat bir şey yapmazsan da burada öleceğiz!"

ten tereddütle silahı genç olandan aldı, "ne yapmam gerekiyor?"

"eğitimde olduğunu düşünüp sadece karşındakine odaklan.

derin bir nefes aldı, "pekala. eğer ölürsem, bu senin hatan. şimdi buradan uzaklaş. senden nefret ediyorum ama ölmene izin veremem."

donghyuck emekleyerek havalandırmaya ilerledi. sessizce ve hızlıca kapağı yerinden çıkardı.

ten fısıldadı, "bekle, eğer peşinden gelirse kendini nasıl savunacaksın?"

"tanrının neden bana bu elleri verdiğini sanıyorsun?" gülerek ellerini gösterdi. "ölmemeye çalış," dedikten sonra son kez ten'e baktı ve havalandırma borusuna girdi.

johnny oturduğu yerden kalktı, "ten, gelmen uzun sürdü."

ten duyduğu sesle çabucak ayağa kalktı ve silahı arkasına, beline sıkıştırdı. donghyuck'un biraz önce açtığı çekmeceden bir tane de maket bıçağı alarak bileğinin içine sakladı. şimdi bulunduğu durumu düşündüğünde, johnny'nin izlemesi için onu zorladığı korku filmlerine benzediğini fark etti.

ten, hiçbir şey olmamış gibi mutfağa ilerledi.

"o küçük sıçan nerede?" donghyuck için şaşırtıcı derece doğru bir lakap bulmuştu.

"johnny..." bu duruma gelmeleri, ten'in canını acıtıyordu. johnny'e gerçekten aşık olmuştu, neden bunlar başlarına gelmek zorundaydı?

johnny elindeki silahın namlusunu ten'in başının arkasına sürttü. "ten, lütfen. işleri olması gerekenden daha zor hale getirmeden söyle."

ten başına yaslı silahı önemsemedsn öne doğru birkaç adım daha ilerleyerek ona daha çok yaklaştı, bileğinde tuttuğu maket bıçağını çıkardı ve yarısını açarak johnny'e doğrulttu. kendisine gelen bıçağı hemen fark eden oğlan yana çekilerek ten'in koluna bastırdı ve kolunun sertçe tezgaha çarpmasına neden oldu. ten, tezgaha yapıştırılan kolunun acısını düşünmeden bileğini döndürerek bıçağın sivri ucuyla johnny'nin koluna çizik atmayı başarmıştı. aldığı acıyla inildeyen ve sersemleyen johnny'nin dizlerinin arkasına tekme atarak onu yere düşürdü. arkasına geçerek ince ve keskin bıçağı johnny'nin gırtlağına yasladı.

"seni incitmek istemiyorum, johnny."

hâlâ yaşadıkları şeyleri düşünüyor ve onu affetmek istiyordu. beraber eğlenmelerinin, dudaklarının buluştuğu her anın, birbirlerine dokundukları ve sıkıca sarıldıkları zamanların gerçek olmamasını istemiyordu. birlikte oldukları her an, johnny ona farklı duygular hissettirmişti. bir uyuşturucu gibiydi; ona bağımlı oluyordun, onu bırakmak istemiyordun ve sonunda, seni öldürüyordu.

impassive::johnten Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin