altı

691 99 40
                                    

donghyuck kapıyı çalmadan ten'in odasına girdi. çocuğuna kızgın bir ebeveyn gibi, kollarını göğsünde birleştirip ağırlığını tek ayağı üzerine vererek karşısındakini azarlamaya hazır hale geldi, "dün gece geç geldin. markete gitmenin bu kadar uzun sürebileceğini bilmiyordum."

banyodan yeni çıkan ten elindeki havluyla hâlâ su damlayan saçlarını kurularken konuşmaya başladı, "ne zamandan beri benimle bu kadar ilgilenir oldun? ben öldürürüm ve sen de paranı kazanırsın, aramızdaki ilişki bu kadar basit."

donghyuck tek kaşını kaldırdı, "ama son zamanlarda istenilen kişileri öldürmüyor gibisin."

ten derin bir nefes aldı, bu konuşma artık canını sıkmaya başlamıştı, "yine johnny hakkında mı konuşacaksın? o da diğerleri gibi bir kurban. sadece diğerlerinden daha akıllı ve zor birisi. bana önceden böyle birilerini öldürmüşsün gibi konuşma."

donghyuck ona aldırış etmedi, "johnny'nin yanına falan gitmedin, değil mi?"

ten, havluyu iki yanından tutarak iyice saçlarına bastırdı, o da sinirlenmeye başlıyordu, "hayır. sana nereye gittiğimi söyledim zaten."

genç olan ten'e bakıp yalan söyleyip söylemediğini anlamaya çalıştı, bir süre sonra pes edip iç çekti ve odadan çıktı.

----

ten, yumuşak yatağında uzanıyor ve yine aklından bir türlü çıkaramadığı uzun oğlanı, onu tekrar nasıl görebileceğini düşünüyordu. tam bu sırada, aklına gelen fikirle hızlıca yataktan kalktı. donghyuck'a hissettirmeden dışarı çıkabilmenin bir yolunu bulmuştu. kapıya kulağını yaslayıp koridordan ses gelip gelmediğine emin olduktan sonra, penceresine ilerledi. şansına, bugün hava yağmurluydu ve donghyuck'un yağmur yağarken şekerleme yapma gibi bir alışkanlığı vardı.

yağmurdan korunmak için üzerine bir kapüşonlu aldı, spor ayakkabılarını giydi ve ses çıkarıp donghyuck'u uyandırmamak için dikkatlice odasından çıktı. dış kapıya ilerlemeden önce, donghyuck'un aralık kapısından içeri bakarak uyuduğundan emin oldu. her ne kadar konuşmalarıyla ten'i sinir etse de, uyurken gayet tatlı birine dönüşüyordu.

ten evden çıktıktan sonra yağmur şiddetini artırarak yağmaya başlamıştı. yağmurun yakın zamanda durmayacağını anlayınca koşmaya başladı. şu an kendisini, partiye gitmek için evden kaçan bir ergen gibi hissediyordu.

tanıdık marketin önüne geldiğinde önceki gece johnny'nin onu götürdüğü yolları hatırlamaya çalıştı. hafızasına güveniyordu, johnny'nin evini çabucak buldu. tüm kıyafetleri sırılsıklam olmuştu ve üzerinden sular damlıyordu. daha fazla ıslanmamak için aceleyle apartmanın içine girdi. ceketinin kolları sıkarak biraz da olsa suyunu akıttı, etrafı çok fazla kirletmek istemiyordu.

gümüş renkli kapının önüne geldiğinde yumruklarını sıktı, evden kaçarak tekrar buraya gelmesini sağlayan şeyin ne olduğunu merak etti. tereddüt ederek kapıyı çaldı, birinin onu açmasını beklerken topukları üzerinde ileri geri sallanmaya başladı.

neden tekrar buradayım?

kendisine yaklaşan ayak seslerini duyunca sırtını dikleştirdi ve kapının açılmasını bekledi. aniden açılan kapıyla, bir kol ten'in boynuna sarılmış ve kafasına silah dayayarak onu kenara çekmişti.

"johhny-"

"ten? burada ne yapıyorsun?"

"neden kafama silahını tutuyorsun?"

"çünkü bana zarar vermeye gelen bir suikastçı olduğunu düşündüm

"öyleyim."

"hayır. kurbanlarını anında öldüren gerçek bir suikastçı."

ten, boynuna sarılan kola koyduğu ellerini çekti, "silahla ne yapacaksın? seni öldürmeye çalıştığım ilk zamanda, beni çıplak ellerle durdurabilmiştin."

johnny, ten'i serbest bırakarak kapıyı sonuna kadar açtı ve içeri geçmesine izin verdi, "her neyse, biraz önce yaşadıklarımızı boşver. burada ne yapıyorsun?"

ten alt dudağını ısırdı, bu sorunun cevabını kendisi de bilmiyordu. yine de, kendisinin bile zor duyabileceği bir sesle, johnny'ye cevap verdi. "senin hakkında düşünmeyi bırakamıyorum."

"efendim?"

ten olduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. yeni tanıdığı birisi, nasıl ona böyle şeyler hissettirebiliyordu?

"ah, önemli bir şey değildi." parmağıyla biraz önce girdiği kapıyı gösterdi, "dışarıda hâlâ yağmur yağıyor, değil mi?"

johnny, elini omzuna yasladı, "evet. neden soruyorsun?"

"yağmur kesilene kadar kalabilir miyim? daha sonra gideceğim. zaten güneş açmadan eve varmış olmam gerekiyor." yoksa yağmurun sesini artık duyamayan donghyuck uyanarak ten'in evde olmadığını fark edebilirdi.

"elbette. ama neden her zaman aniden ortalıktan kayboluyorsun? tıpkı külkedisi gibisin."

"ben külkedisi değilim. bana böyle seslenmeyi kes."

"öylesin."

ten, kaşlarını çatarak johnny'ye baktı. sandığının aksine kaşlarını çatınca korkutucu değil, sevimli oluyordu. "beni sinirlendiriyorsun."

johnny ten'e yaklaştı ve yüzüne eğilerek konuştu, "buraya davetsiz gelen sensin. o yüzden seni istediğim kadar sinir edebilirim. ayrıca, sinirlenince çok sevimli gözüküyorsun." johnny'nin planı, onu kışkırtıp daha da sinirlenmesini sağlamaktı.

"seni öldüreceğim."

"tabii. denemeye devam et, prenses. fakat sana bu kadar çabuk ölmeyi planlamadığımı söylemiştim."

johnny, ten'in dudaklarıyla aralarında boşluk kalmayana dek eğildi ve dudaklarını buluşturdu. birkaç dakika öpüştükten sonra ten aniden çekildi, nefessiz kalmıştı.

derin nefesler alan ten'in yanağında parmağıyla daireler çizen johnny, arsız bir gülümsemeyle çocuğun güzel yüzüne bakmaya devam ediyordu. ardından ellerini siyah saçlarda gezdirmeye başladı, ona büyülenmiş gibi bakıyordu, "bu kadar güzel olduğun için çok şanslısın."

işte, yine birileri onu 'güzel' olarak çağırıyordu. ama bir katil olduğu düşünüldüğünde, ten gerçekten güzel miydi?

----

ten, parmaklarını johnny'nin şişmiş ve kızarmış dudaklarında hafifçe gezdiriyordu. az önceki öpücüklerini birazcık ateşlendirmiş olabilirdi.

uzun çocuk eğilerek ten'e baktı,"ten?"

johnny'nin rahatça konuşabilmesi için parmaklarını indirdi, "efendim?"

"neden ilk karşılaşmamızda beni bir silahla öldürmedin? muhtemelen işimi tek seferde bitirirdin."

"çünkü silahları sevmiyorum, onlardan nefret ediyorum."

"neden?"

ten, kendisine yöneltilen soruya cevap vermek yerine yüzünü pencereye döndürdü, "yağmur yavaşlamaya başladı. artık gitmem gerek."

donghyuck'a yakalanmadan eve girebilmesi için yağmur durmadan buradan gitmesi gerekiyordu. bu yüzden aceleyle yerinden kalktı ve johnny'nin burnunun ucuna küçük bir öpücük bırakarak büyük daireden ayrıldı. artık ayrılırken johnny'yi rahatça öpebiliyordu, ama hâlâ ona aşık olduğunun farkına varamamıştı.

impassive::johnten Where stories live. Discover now