yedi

684 89 23
                                    

"neredeydin?"

ten kendisine su doldurmak için geldiği mutfakta donghyuck ile karşılaşmış ve sorguya çekilmeye başlamıştı, "ne demek istiyorsun?"

"kapılara koyduğum kameralar. ben uyurken bir yere gittiğini kaydetmiş. nereye gitmiştin?"

ten, bardağı kafasına dikerken duvarlarda göz gezdirmeye başladı, çıkarken donghyuck'un yerleştirdiği kameraları hesaba katmamıştı. "sadece yürüyüşe çıktım. neden bu kadar büyüttün?"

"dört saatlik bir yürüyüş mü?"

"aynen öyle."

donghyuck tekrar odasına dönmeden önce kıstığı gözleriyle ten'e biraz daha baktı. bu, onun uyarı şekliydi. ten sırıttı, hâlâ donghyuck'u bu şekilde kandırabilmesine şaşırıyordu. ikinci kez bunu yapıyordu ve buna devam etseydi kimseye zarar vermezdi, değil mi?

yine de ten bir aptal gibi hissediyordu. bir ay geçmişti. johnny'nin çoktan ölmüş olması gerekiyordu. ama ten neden öldürmesi gereken kişiye kısa sürede böyle bağlanmıştı?

elindeki bardağı bırakarak derin bir nefes aldı, sırtını tezgaha yaslayarak kapıyı izlemeye başladı. çorapları ahşap parkede kayıp poposunun üstüne düşene kadar da bu şekilde kaldı.

düşüncelerinden dolayı sıkılan ten, düştüğü yerden kalktı ve odasına gitti. gardırobunun kapaklarıyla oynamaya başladı; bir ritim tutturarak onları tekrar tekrar açıp kapadı, içindekileri karıştırdı. johnny ile zaman geçirdikten sonra artık yaptığı hiçbir şey ona ilgi çekici gelmemeye başlamıştı.

yorganının altına girdi, onu iyice etrafına sardı ve yataktan düşene kadar, vücuduna sardığı yorganla sağa sola sallanmaya devam etti. yerden kalkarken aklına gelen fikirle tekrar yatağına oturmak yerine emekleyerek ayakkabı dolabından tenis ayakkabılarını çıkardı ve aynı şekilde pencereye yanaştı. tam bu sırada, kapısı aniden açılmıştı, "yerde ne yapıyorsun?"

ten omzunun üstünden gelene baktı, donghyuck ne yaptığını sorgular gibi kendisine bakıyordu.

"sıkıldım."

"güzel, sıkıntını yeni görevinle geçirebilirsin."

şu an birinin peşine düşmek istemese de, bunu reddetme gibi bir şansı yoktu, elindeki ayakkabıları yere bırakırken ağlar gibi sesler çıkardı.

"ne zaman gitmemiz gerekiyor?"

"şimdi. bugün kadının bu ülkedeki son gecesi. kim birine son günde suikast yapmak ister ki?" son cümleyi mırıldanarak söylemişti, hâlâ buna anlam veremiyordu.

"yeni kurbanım bir kadın mı?"

"evet, umarım bununla bir problemin yoktur."

"sadece-"

"cinsiyet bir kişinin ne zaman veya nasıl öleceğini belirlemez, ten. sen sadece işini yap."

bir kadın öldürmek ten için sıradan bir şey değildi, bu zamana kadar böyle bir şey yapmamıştı. sahi, en son ne zaman bir kadınla konuşmuştu?

"pekala."

----

ten, hastane otoparkına park ettikleri arabada bekliyordu. hastaneye girip çıkanları izlerken kolunun birini açık olan pencereden dışarı çıkarmıştı, "o bir doktor ve şu an hastanedeyiz. işini bitiremezsem, birilerinin onu yaşatacağını biliyorsun, değil mi?"

donghyuck, en sevdiği vişne aromalı lolipopunu ağzından çıkardı, "evet ama sana güveniyorum." lolipopunu geri ağzına koydu. şimdi gitmesi gerektiğini belirten gözlerle ten'e baktı.

mesajı alan ten, arabadan inerek hastanenin içine çıkan asansörlere yöneldi. koridorda yavaşça yürüyerek bütün kadınların yüzlerini inceledi, hiçbir doktor veya hemşireyi es geçmek istemiyordu. şanslıydı ki, aradığı doktor hızla yanından geçip boş ameliyathanelerden birine girmişti.

ten, doktorun peşinden ilerledi ve ses çıkarmamaya özen göstererek kapıyı açtı. büyük tıbbi ekipmanların ve ameliyat masasının arkasına saklandı. avını gözleyen bir çita gibi, kadının kalemini çıkararak ameliyat için gerekli olan malzemeleri kontrol etmesini izledi. zamanı gelmişti. bileğine sakladığı soğuk metali eline doğru kaydırdı ve saklandığı yerden kalktı. sessiz olmaya dikkat etmesine rağmen, aptalca bir hata yapmış ve arkasına saklandığı makinanın kablosuna basarak kablonun üstünden geçtiği malzeme arabasının sallanmasına neden olmuştu. bu sırada çıkardığı ses yüzünden de rahatlıkla fark edilmişti. kadın hızla sesin geldiği yere, ten'e döndü. ten, fark edilmenin ya da işini kolayca bitiremeyecek olmanın etkisiyle gerildi. donghyuck'un bunu hayal kırıklığıyla karşılayacağından emindi.

kadın ten'e yaklaşmaya başladığında, ten biraz önce fark edilmesini sağlayan malzeme arabasını kadına doğru itti. dengesini kaybeden kadın biraz önce ayarlamalarını yaptığı malzemelerle beraber yere düştü. kadına yaklaştı, yakalanmanın verdiği heyecanla elleri terlemişti ve bu yüzden bıçağını düzgün tutamıyordu. kadın, çığlık atmak yerine üzerine fırlatılan arabadan düşen neşterlerden birini alarak kendisine yaklaşan ten'in bacağına sapladı. böylece ten'i etkisiz hale getirip kolayca kaçabilirdi.

fakat ten'i ardında bırakıp kaçmak için kapıyı açar açmaz, birazdan boynunu kesecek olan donghyuck'la burun buruna geldi.

----

bir şekilde donghyuck ve ten, doktorun cesedi keşfedilmeden önce sessizce hastaneden çıkmayı başarmıştı. arabaya binene kadar aralarında garip bir sessizlik vardı.

"bacağın iyi mi?"

ten elindeki sargı bezini yaralı bacağına sarmaya başladı, her zaman arabada bulundurdukları bez şimdi bir işe yaramıştı. "bir şeyi yok, fazla derine saplayamadı."

"ama asla saplamamalıydı. yüksek rütbeli bir suikastçıya göre berbat işler yapmaya başladın, ten."

sargı bezini sarmayı bitirmiş, bacağında kuruyan kanları tırnağıyla kazımaya başlamıştı, "biliyorum, ben de farkındayım."

"güzel, öyleyse bir an önce kendine gel," dedi donghyuck sürücüye gitmelerini söylemeden önce.

----

saat ikiyi on yedi geçiyordu. ten, rahat yatağında yatmış; donghyuck ona küfretmeden ya da hakaret etmeden üç cümle söyleyebilir miydi, onu düşünüyordu. bu düşünceler, arabadayken donghyuck'un ona söylediklerini hatırlatmıştı.

"bir an önce kendine gel."

donghyuck'un johnny'yi kastettiğini biliyordu. ve eğer kendine çekidüzen verecekse, johnny'yi en kısa zamanda öldürmesi gerekiyordu; onu gördüğünde heyecanlanması bunu engellememeliydi.

impassive::johnten Where stories live. Discover now