on bir

644 78 55
                                    

"bu sefer donghyuck'un bir hafta olmayacağından eminim. o gelene kadar burada kalabilirsin, değil mi?" ten, yatakta uzanıp telefonuyla oynayan johnny'nin bacaklarına otururken konuşmuştu.

"bir daha yatağının altına sıkışmak zorunda kalmayacaksam, sorun yok."

"tamam, bir daha öyle bir şey olmayacak."

ardından ten, parmaklarını johnny'nin gömleğinin yakasında dolaştırmaya başladı, suratı asılmıştı,"johnny."

"hmm?"

"neden senin yanındayken kalbime bir şeyler oluyor?"

"ne demek istiyorsun?"

"seni gördüğümde ya da seninle konuştuğumda kalbim daha hızlı atmaya başlıyor; bana dokunduğunda yanaklarım ısınıyor. seninleyken kalbimin neden böyle olduğunu anlamıyorum."

johnny, ten'i omuzlarından tutarak başı göğsüne yerleşene kadar aşağı çekti. ten yaslandığı göğüsle beraber gözlerini kapadı, johnny'nin kalp atışlarıyla rahatlamaya çalıştı.

"dediklerine bakılırsa, ya seni korkutuyorum ya da bana aşık oluyorsun."

"sana aşık mı oluyorum?"

ten'in omzundaki elini kulağına çıkararak küpeleriyle nazikçe oynamaya başladı johnny, "hmhm. insanlar hoşlandığı kişilerin yanındayken gergin hisseder, değil mi?"

ten elinin altındaki yorganı sıktı. dudaklarından sıkıntılı, küçük bir nefes kaçmıştı, "bilmiyorum."

johnny cevap vermedi. okşamaktan başka bir şey yapmadığı ellerini ten'in ensesine çıkararak biraz da tişörtünün açıkta bıraktığı boyun kısmını okşadı. açıkçası, böyle durmaktan oldukça sıkılmışlardı.

"dışarı çıkmak ister misin?" diye sordu ten oturur pozisyona geçerken.

"sıkıldın mı?"

"evet, bütün gün buradaydık ve yapacak başka bir şey kalmadı."

"pekala, çıkalım."

----

araba kullanmak istememiş, yürüyerek ve sohbet ederek şehrin en hareketli yerine gelmişlerdi. johnny yürürken parmaklarını ten'in ince parmaklarıyla birleştirmeyi de unutmamıştı.

ellerinin kenetli olduğunu gören bazı insanlar, yargılayan ya da küçümseyen gözlerle onlara bakıyordu. bu johnny'yi rahatsız etse de ten bunu fark etmemiş gibiydi, ya da sadece fark etmemiş gibi davranıyordu.

biraz daha insanların değişik bakışları üzerlerinde dolaştıktan sonra johnny'yi gördüğü şeker dükkanına çekti. böyleyken sevimli, küçük bir çocuk gibiydi.

şeker dükkanında geçirdikleri dakikalardan sonra ten elinde koca bir poşetle dışarı çıkmıştı. gün boyunca ten'in johnny'ye diğer insanlardan farklı davranması ve ona tatlı tatlı gülümsemesi, onun gerçek bir suikastçı olup olmadığını sorgulatmaya sebep olacak cinstendi.

johnny ellerini ceplerine soktu çenesiyle ten'in elindeki poşeti ve çoktan yemeye başladığı jelibonları işaret etti, "bu şekerlerin hepsini yersen damarlarını tıkayacaklar ve sonunda kalp krizi geçirip öleceksin."

ten gülerek omuz silkti, umrunda değil gibiydi, "o zaman gayet mutlu bir ölümüm olacak."

johnny de gülerek kolunu ten'in omzuna sardı ve onu kendisine yaklaştırdı. boş sokaklarda saatlerce dolandılar, bazen dikkatlerini çeken dükkanlara girip gezdiler.

dondurma dükkanına benzeyen bir yere vardıklarında, ten sonunda johnny'den bir öpücük çalabilmişti. johnny, ayrıldıktan sonra avuçlarını ten'in yanaklarına koydu, nazikçe ve gülümseyerek göz kenarlarında parmaklarını gezdirdi.

bu sırada yanlarından geçen bir adamın fısıldayarak kendilerine kötü şeyler dediğini duydular. bu sözler, johnny'yi epey kızdırmıştı. adamla kavga etmemesinin tek nedeni, elini tutup gitmesine izin vermeyen ten'di.

"onunla kavga etmek bize olan düşüncelerini değiştirmeyecek."

"evet, ama kimsenin sana hakaret etmesini istemiyorum."

"ah, pekala." ten aklından geçen şey ile güldü, o zaman donghyuck'u da öldürsen iyi olur.

----

küçük gezintileri biraz daha devam etti; ten arada bir şeker poşetinden çilek aromalı ekşi jelibonlar çıkarıyor, onlar bittiğinde poşete doldurduğu diğer şekerlerden alıyordu.

"bütün gece onları mı yiyeceksin yoksa bir yere oturup gerçek yemek sipariş edecek miyiz?"

dişlerinin arasına sıkıştırdığı son jelibonu da midesine gönderdi, "olabilir. ama basit bir şeyler yiyelim."

"bu akşam yemeğe tonlarca para harcamayı düşünmüyordum zaten, kül kedisi."

"hey, sana beni böyle çağırma demiştim."

"kül kedisi."

"kes sesini."

"kül kedisi."

"sus dedim."

"kül-ke-di-si."

ten aldığı nefesi sinirle geri verdi, "senden nefret ediyorum."

johnny'nin sırıtışı büyüdü, "hah, yataktayken böyle demiyordun."

çok sert olmayacak şekilde johnny'nin omzuna yumruk attı. hamburger dükkanına kadar onunla hiç konuşmadı ve johnny'den uzakta yürüdü. geldikleri yer çok büyük bir yer değildi; müşteriler çoğunlukla siparişlerini alıp giderdi, bu yüzden içeride fazla masa bulunmuyordu.

ten, onunla konuşmamaya devam ederek duvar kenarındaki kırmızı sandalyeleri olan masaya geçti. johnny ise ikisi için siparişlerini vermeye girmişti. ne olacağı ten için önemli değildi, önüne konan her şeyi yiyebilirdi. meyveler hariç.

johnny siparişleri verip ten'in yanındaki sandalyeyi çekti, güzel çocuk hâlâ kendisine bakmıyordu, "beni görmezden gelmeye devam mı edeceksin?"

ten elini çenesinin altına yaslayarak ona döndü, "emin değilim."

"yani benimle konuşmaya devam edeceksin?"

"öyle bir şey söylemedim."

"ya, ama benimle sohbet etmeye başladın bile."

tay çocuk derin bir nefes alarak önüne döndü, ona aşık oldum, öyle mi?

impassive::johnten Where stories live. Discover now