koş benimle

120 28 44
                                    



* Kendinize o kadar duvar örmüşsünüz ki, ruhunuzda kapladıkları yerden adım atacak yeriniz kalmamış.




- Belki de gelmeyecekti.

Her şey bir anda sarpa sararken belki de dalga geçtiğimi düşünecekti. Fakat denemeye değmez miydi?

İlk defa bu kadar yaklaşmışken ona kesinlikle denemeye değerdi. Usul usul yürüyordum boş sokaklarda. Sanki attığım her adım beni daha da zeminin dibine çekerken salına salına yürüyordum.

Acaba gece midir bizi hüzünlendiren ya da biz miyiz hüzünlenmek için geceyi bekleyen?

Üzgün değildim ya da mutlu. Hiçbir şey hissedemiyordum. Uzun zamandır içinde bulunduğum bu halet-i ruhiye* belki de bir çok duygunun birbirine karışması nedeniyle hiçlik oluşturuyordu.

Yeni Hayat Parkı'na çıkan daracık bir sokaktaydım. Ne yolda bir kedi ne de köpek gördüm. Belki de onlar da sezmişti havadaki melankoli kokusunu. Meçhul bir saat değildi bulunduğum zaman dilimi. Kimine göre gece, 12' den sonra bitse de bana göre şimdi başlıyordu.

Saat 2.58.

Buluşmaya son 10 dakika.

Parka varınca her zaman oturduğum salıncağa doğru ilerledim. Oturduğum zaman yavaşça sallanırken çıkardığı gıcırtı sesi tüm sessizliğin sonlanmasına neden oldu.

Bazı insanlar sessizliği çok sever. Nedendir bilmem ben hep aşırı sessizlikten korkmuşumdur. Belki de sessizliğin içinde barındırdığı seslerden korkmuşumdur. Ya da sessizlik başlayınca kafamın içindeki sesler daha çok anlaşıldığı için korkuyorumdur.

Saat 3.06.

Son 2 dakika.

Ceketimin cebinden sigara paketimi çıkararak bir sigara yaktım. Derin bir nefes alarak sigarayı içime çektim.

Saat 3.08.

Etrafta hala kimse yok. Bir sigara daha yaktım.

Saat 3.14.

Belki de gelmeyecekti. Ama ben yine de beklerim.

Gelmese de beklerim.

Üçüncü sigaramı da yakacakken arkamdan aşina olduğum bir ses geldi ;

"Çok sigara içiyorsun."  arkamı dönmeden ve sırıtarak,

"Belki." dedim. Yavaş yavaş yanıma doğru geldi. Yanımdaki salıncağa oturduğun fark ettim ama bir türlü yüzüne bakmıyordum.  Zaten o da yüzüme dönük değildi.

"Geç kaldın." dedim.

"Beklerim demiştin."

"Bekledim."

Bana dönük olmadığına emin olduğumda suratına bakmak için kafamı ona doğru çevirip salıncağın zincirlerine yaslandım. Tam o esnada o da kafasını çevirdi. Göz göze geldiğimizde ikimizde bir süre öyle kaldık. Sessizliği bozan onun "Bir ay demiştin." demesi oldu.

"Evet. Bir ay." diyerek cevapladım onu.

"Neden?"

"Bilmem." diyerek kafamı çevirip sallanmak için ayaklarımla kendimi itikledim ama yamuk gittiğim için onun salıncağına çarptım. Bana bakıp,

"Sallanmayı bile beceremiyorsun." diyip ayağa kalktı. Arkama geçince hızlıca salıncağı itikledi ve beni sallamaya başladı. Ellerimi iki yana açıp kafamı yıldızlarla dolu gökyüzüne çevirip gözlerimi kapattım. O beni salladıkça kahkaha atıyor bütün sokakları benim kahkahalarım dolduruyordu. Bu an belki de hiç bitmesin istedim.

" Saat kaç?" diye bağırdım. O da geri "4 ü 55 geçiyor." dedi yüksek bir sesle. İçimden siktir diyerek, " Geç kalıyoruz." dedim. Ben hızlıca ayaklarımı kumlara sürterek durdum.  Ayın yansıdığı gözlerinin içine bakarak elini tuttum.

"Koş benimle."  dedim. Bir şey söylemedi. Nereye, neden gibi gereksiz sorular sormadı. Ben gözlerinin içine son kez bakıp sırıttım ve eli hala elimle birlikteyken koşmaya başladım. Durmadı, konuşmadı, durdurmadı.

Koştuk.

Ben kahkahalar atarak koşarken o sadece yanımdaydı. Koşarken kafamı çevirip tekrar gözlerine baktım. Gülümseyip dar ve geniş sokakları geçmeye başladık. Bacaklarımın acımaya başladığını hissettim. Durmadan ya da yavaşlamadan "Yoruldun mu?" diye bağırdım. "Hayır." deyince gülerek koşmaya devam ettim. O sırada seslerimizden rahatsız olup pencereye çıkan bir teyze, "Zamane gençleri!" diye bağırınca ellerimi dudaklarıma bastırıp abartılı bir şekilde 'muahh!!' diyerek teyzeye bir öpücük atıp kahkaha atınca yaşlı teyze "Terbiyesiz, tı tı tı.. Ben sizin zam-" diyerek arkamızda kalarak konuşmaya devam etti. Kafamı yana çevirip Rüzgar'a baktığımda o da sırıtıyordu. Sonunda ağaçların olduğu bölgeye gelince yavaşladık.

"Az kaldı." dedim ve normal adımlarla yürümeye devam ettik. Tepe gibi bir yere çıkıyorduk. Sonunda tepede sadece bir bankın bulunduğu yere vardığımızda derin bir nefes çektim. Pantalonumun cebindeki saate baktım daha 5.19 du.

"Yetiştik." dedim.

"Güzel."

"Daha da güzel olacak. Gel şuraya otur." diyerek bankı gösterdim. Banka otururken ellerimizin hala birleşik olduğunu fark ettim.

Ellerim, ellerine değiyordu. Ona dokunuyordum. Ellerinin sıcaklığını hissediyordum. Benim aksime elleri sıcacıktı. el ele tutuşunca ellerim onun elleri arasında kaybolsa da bu duygu muhteşemdi.

Hissettiğimi hissediyordum.

Bu tepeden neredeyse çoğu yeri görebiliyorduk. Çoğu yer uykuda olduğu için karanlık olsada biz ayaktaydık.

Ne o adımı sordu ne de ben söyledim. Belki de o da anlamıştı, basit harflerden daha önemliydi bir insanın yaşadıklarını sığdırdığı hayat.

İstediğim zaman dilimindeydik şuan. Güneş doğmaya başlıyordu. Yıldızlar kaybolmuştu. Ay her zaman aşık olduğu Güneş'e dokunamamanın yenilgisiyle yine köşesine çekilmişti.

Güneş onun suratına adeta ateş gibi düşerken ona bir hikaye anlattım.














Halet-i ruhiye : ruh hali

Tekrardan merhabalar.

Anlatılan hikayeyi ve önemini bu bölümde anlatamayacağım maalesef.
Nedense bu hikayeden umutluyum.
Gittiği yere kadar burdayım.
Gitmediği yerde siz gelirsiniz belki.

Kendinize iyi bakın ya da bakmayın, bu kimsenin umrunda değil bunu da unutmayın.

anlamlar katmayın Where stories live. Discover now