ölmüş yıldızlar mezarlığı

97 16 42
                                    




*"Binlerce kez beter olsun gece, senin ışığın yoksa..."




"Bana aşık olur musun?"

Bir süre deein bir sessizlik kapladı etrafımızı. Geçen her bir saniye kalbimi acıtıyordu. Rüzgar'a bakıyordum. Kusursuz değildi ama ben onun bütün kusurlarına aşık olmuştum. Her bir kusurunu teker teker, ince ince ruhuma kazımıştım. Kaç yağmurda ıslansam bile geçmeyecekti Rüzgar'ın izi. O hep benimle kalacaktı. Ruhuma kazımıştım onu. Ölsem bile gideceğim yere kadar benimle gelecekti. Ruhum değildi. Ruhum kadar ölü değildi Rüzgar. O ruhumun en yaşayan, en hayat dolu parçasıydı.

Birkaç dakika süren sükunetten sonra gözlerimin içine baktı derin derin. En derinlerime baktı. Çıplak hissettim kendimi. Çırılçıplaktım sanki karşısında. Ve bu çıplaklığın görünüşümle hiçbir alakası yoktu. Gözlerindeki yıldızları görebiliyordum. Ölü yıldızlar mezarılığu gibiydi gözlerinin içi. İstenmeyen, ölen yıldızların hepsi gözlerine gömülmüştü adeta. Keşke diye düşündüm o an, keşke benim mezarımda gözlerinin en derinlerinde saklı olsaydı. Keşke ölünce bile onun içinde bir yerlerde ufacıkta olsa bir yerim olsaydı.

Gözlerinde kaybolduğumu hissederken, "Bilmiyorum Çoban Yıldızı. İnan ki bilmiyorum." Sadece gözlerine bakmakla yetindim. İstemeden de olsa buruk bir şekilde gülümsedim. Gözlerimi vir türlü gözlerinden ayıramazken, "Sorun değil. Zaten böyle şeylere inanmam." dedim. İnanırdım. Fakat sorun değildi.

Sonuçta, sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesine gerek yoktu.

"Her geçen gün biraz daha yakınım sana. Her geçen gün biraz daha fazlayım. Sahi, kaç günümüz kaldı Rüzgar? Kaç gecemiz, kaç şarkımız kaldı? Kaç nefesimiz kaldı Rüzgar?"

Cevap gelmedi bende beklemedim zaten. Uzaklara dalmıştı uzun süre önce. Telefonumun şarjı bittiği için şarkı kesilmişti. Sessizliği hafifçe bölen bir şarkı mırıldandım Teoman'dan.

" Gözlerin mi daldı yoksa sıkıldın mı sorulardan? Hiç geçmez mi gözlerinden bu sonbahar..?"

Tam o anda birden bir şimşek çaktı, ardından da hiddetle gök gürüldedi. Adeta gök yarılmıştı. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başladı. Hala dizlerimde yatan Rüzgar'ın suratına yağmur taneleri düşüyor fakat o bunu sorun etmiyordu. Bir yerde okumuştum.

İki farklı insan vardır. Biri yağmuru seyretmeyi sever, diğeri ise ıslanmayı diyordu. Ben kesinlikle yağmurda ıslanan insanlardandım. Yağmur insanın ruhunu temizler. Kararan zihinleri temizler. Kaç yağmur geçsede üstümüzden belki de temizlenmeyecekti ruhlarımız. Ama bu ıslanmamaya engel değildi.

Rüzgar dizlerimden doğrulunca garip bir boşluğa düşsem bile ayağa kalktım. Ellerimi iki yöne açıp kafamı gökyüzüne çevirdim. Gözlerimi kapatıp yağmurun tenime değmesini hissettim. Şimdiden sırılsıklam olmuştum. Rüzgar'ın önüne  geçip hafifçe eğilerek, "Bu dansı bana lütfeder misiniz beyefendi?" diye sordum gülümseyerek. O da yan bir şekilde gülerek, "Benim için bir onur hanımefendi." diyerek elimi tuttu ve ayağa kalktı. Diğer elini nazik bir şekilde bel çukuruma yerleştirince bende boşta kalan elimi omzuna nazik bir şekilde koydum. Beni biraz daha kendine çekti. Ona bakıp ayakta dikilirken, "Şarkı yok." dedim. Rüzgar ise tek kaşını kaldırıp "Gerek mi var?" diye sorup beni kendine daha çok yaklaştırdı. Kafamı, en fazla göğüsüne gelebildiğim için göğüsüne yasladım. Gözlerimi kapatıp sakin bir tempoda atan kalp ritimlerini dinledim. "Gerek yok." diyince yavaş yavaş kalp ritimlerine uyarak dans etmeye başladık.

anlamlar katmayın Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu