; those windermere peaks look like a perfect place to cry

38 1 0
                                    

Islak cam kenarında, buğulanmış bir yansımanın ardından bahçedeki silüeti izliyordu. Kalın gövdeli, sazlıkların arasındaki ufak su birikintisinin yanında boy gösteren ağacın biraz uzağında duruyordu. Puslu havanın içinden, güneş gibi gözüken silüet. Uzun boy, sarı saçlar, güzel eller. İnsanların sırtında taşıdıkları karanlığa rağmen kusursuz görünmesi basit bir göz yanılmasından, belki de aşktan doğuyordu.

Aşk.

Ne zordu tek kelimelik bir hise yılları harcamak, saçlar dökmek, yaşlar akıtmak. Zordu, kor ateşler gibi yaksa da kül olmayı dilemek. Toz olmak. Kollarını yaslayıp, başını eğerek izlediği cam kenarının soğuğu yüzüne vururken bunları düşünüyordu. Sonbaharın gelişi, aşkının doğuşuna sebep olduğundan, bu aylar onu kırgın bir kuş gibi yapardı her seferde. Yüreği zayıflar, bedeni gücünü kaybederdi. Ah bir de şu zehirli düşünceler yok muydu, irinli irinli akardı ciğerlerine. Sonra nefeslerini kirletirdi. Soluk borusundan çıkan her bir nefes kıvılcım olup delerdi içini.

Kirpiklerinin üstündeki soğukluk arttıkça baktığı bedenin de omuzları yükseliyordu. Biraz sonra o bedenin elleri ceketinin ceplerine gitti. Hep ince giyinirdi, ne kara kışta önemserdi, ne yağmurda. Kirpikleri ağır ağır kapanıp açılırken, başını yana çeviren bedeni izlemeye devam etti. Sarı saçların arasından duman gibi yükselen buğulu nefes puslu havaya karıştı. Buna karşın, kalbinin üstünde bir kırmızı gül yeşermiş gibi, ufak ufak ayrıldı camdan. Kolları ısırık hisleriyle bezenmişti, kan toplanana dek o hisle oturdu. Sonra yağmur damlalarını tıkırtılı sesleri kulağına ulaştı. İzlemeye devam ettiği sarı saçlar ona doğru dönerken göz göze geliverdiler.

Doğum.

Gözleri ışıldadı büyük olanın. Belki yaşı büyüktü ancak, sarışının yanında bir parça kalıyordu. Böylece pencere kenarlarından onu izlerken, yalanlarını dinlerken, ona inanırken. Bir parçaydı. Fazla gerçekti onun için. İnanmak isteyeceği, güvenmek isteyeceği kadar. İşler sarışının açısından öyle olmasa bile.

Sarı tutamlar birkaç uğultulu rüzgarın peşine sağa sola dağıldı. Sarışın bal rengi gözlerini ağır ağır kapatıp açtı. Kirpikleri pek sık değildi, yine de kara saçlı çocuğun göğsünün ortasında kasırgalar kopartıyordu her hareketinde. Bir oraya bir buraya savuruyordu zayıf bedeni. Ne ağıtlar yakıyordu içten içe. Ağıtları da ona acıyordu. Zeytin gözlerine ağlıyorlardı. Bir hiç uğruna yitip gidiyordu. Sonunu bildiği yolları adımlıyordu. Sonra bir nefes çekti. Hatrı sayılır bir kederle, ahşabın üstündeki zerreleri oynattı. Neredeyse her yeri camla kaplı odanın yalnızca tek tarafında iki gözlü pencere vardı. İçeride çıtırdayan şömine ve cama vuran damlalar dışında çıt çıkmıyordu. Yerde yumuşak bir halı vardı. Pencerenin altındaki nispeten geniş basamağa kadar yayılmış, beyaz tenli gencin kemiklerini acıtmayacak şekilde duruyordu. Soluk ahşabın üstündeki krem rengi pamuklu doku, kışa atılan adımların göstergesi gibi uzanıyordu.

"Şimdi ne olacak," dedi içten içe. "Ne yapacağım? Nasıl durduracağım kalbimin gürültülü çığlıklarını?"

Bir süre sonra kurduğu dağınık bağdaşı bozdu. Sol bacağı öylesine uzandı. Diğer bacağı ise içe doğru katlanıp, ellerini kucağında misafir etmesine yardımcı oldu. Böyle otururken, tüm gücünden yoksun, biçare gözüküyordu fakat umursamazdı. Gözleri dalgın bakıyordu. Sarışına zar zor değdiği görüş açısından, yalnız başını görebiliyordu. O saçlar ufak ufak yakınlaşmaya, kalbini tekletmeye başladığı anda bir iç daha çekti. Kusursuz değildi. İlâhiydi onun için. Kusur kelimesi yer dahi edinemezdi aşığının varlığında.

O öylece iki büklüm dururken kapının gıcırtılı sesi duvarlardan yankılandı. Biraz küskün, biraz haylaz bir girişti. Ona da böylesi yakışırdı. Sâhi, sarışından aksi beklenemezdi, onun her adımı kurnazdı. Siyah ceketini çıkarıp eski koltuğun üstüne bıraktı gelişigüzel. Kısa kollu tişörtüyle, neredeyse kar yağacak gibi hissettiren soğukluğu yok sayıyordu sanki. Büyük olanın çıplak ayaklarının ucunda kardelenler varmış gibi otururken, gözleri onu süzdü. Her adımında biraz daha fazla izledi. Çok güzel bir çocuktu; kapkara saçları, kara gözleri, minik kırmızı dudakları ve ak teniyle. Sanki ölüp yeniden dirilmişti. Öylesine büyüleyici görünüyordu sarışının gözlerinden.

i lie to you when i lie with you, taekookWhere stories live. Discover now