1.9

76 9 0
                                    

     "Evet sayın seyirciler busandaki depremin arkasından hayat orada durma noktasına geldi. Arama ve kurtarma ekipleri bölgede yardıma ihtiyacı olan insanlar için bulunuyor şu ana kadar 2 ölü 10 yaralı kişi dışında zarar gören kimse olmadığı düşünülüyor lise bahçesinde toplanan insanların depremden nasıl haberdar oldukları hala bilinmiyor.." minhyuk Wonho'nun elindeki kumandayı hızlıca çekmişti.

    "görünce ağlayasım geliyor kanalı değiştireceğim." Wonho başını sallayarak yanında duran Shownuya baktı. "Dostum umarım hala yabancılık çekmiyorsundur 2 aydır  beraberiz." Shownu gülümsemeye çalışarak başını salladı. "Sadece dalmışım" jooheon öne atılarak Wonhoya baktı.

   "Sabahki kız ne istiyormuş kafenin önüne gelen?" Wonho omuzlarını silkerek televizyona bakmaya devam etti. Yüzünde bilmeden bir gülümseme oluştuğunun farkında değildi. "Bilmem onu hiç görmedim ama verdiği bileklikte sanki onun varlığını hissediyor gibiyim."

5 sene sonra: (y/n= mantıken 2 yıl)

   Yoona saçını at kuyruğu yaparken ağzına bir parça ekmek tıkıştırıp koşuşturan kardeşine bakarak gülümsedi. Ortaokula geçtiğinden beri her gün geç kalma derecesine geliyordu her zamanki gibi uyuşuktu. "Ben gidiyorum ablaa görüşürüz büyükanne" sesi bütün odayı doldurduğunda yoona ona doğru bağırmıştı. "Görüşürüz cadı."

     Eline aldığı kitaplar ile büyükannesinin yanaklarına minik birer öpücük kondurdu. "Dersim bittikten sonra gelirim büyükanne seni seviyorum bir şey olursa ara." Ilkbaharin ortalarını yaşarken yağan yağmur toprak kokusunu ortaya çıkarmıştı. Kiraz çiçekleri sıra sıra renklerine bürünmüştü.

    Ilık rüzgarın etkisi ile sallanan dallardan kiraz çiçekleri düşüyordu. Tek elini havaya kaldırarak gülümsedi yoona avucunun içine kiraz çiçekleri dökülüyordu. O sırada yanından geçen birisi bütün bedeninin titremesine sebep olmuştu. Telefonuyla konuşurken bu tanıdık parfüm kokusuyla kendinden geçmiş gibiydi yoona.

    Yabancı duraksadı ve bir süre durarak avucuna kiraz çiçeği dolan genç kıza baktı. "Kampüsten çıktım oraya geliyorum beraber geçeriz." Tekrar önüne döndü ve devam etti yoluna bu tanıdık dostane kokuya anlam veremiyordu. Kampüse girerek ona doğru kollarını açıp koşan So hyuna baktı.

     "Canımcım gelmişş.." kucak dolu sevgisini kusan kıza gülümseyerek sarıldı yoona onu her gün görse yine de özlemeye devam ederdi. "Kahve içelimmm Cae hyun gelmeden dedikodu yapmak istiyorum. Biliyorsun tam bir şapşal" kıkırtılar eşliğinde kafenin yolunu tutmuşlardı.

    Sürekli konuşmaya devam eden so hyun olayları yaşıyor gibiydi. Kahve siparişlerini vererek yerlerine oturduktan kısa bir süre sonra az önce telefonda konuşan çocuk girmişti. So hyun, kapıdan giren çocuk ile göz göze geldiğinde dudaklarında gülümseme ile eli havada takılı kalmıştı.

    Gülümsemesi yavaşça solarken nefes almasının hızlandığını farketti yoona. "So hyun iyi misin?" Karşısındaki çocuğun bakışları ona tanıdık gelirken kalbinin bu denli hızlı atmasına bir türlü anlam veremiyordu. "Shownu ne oldu? Kahve içmeyecek misin?" Aynı şekilde gözlerinin takılı kaldığı çocukta ona bakmayı sürdürüyordu.

    Çünkü Shownu o dudağın altındaki gamzeyi ve bu muazzam gülüşü hiç unutmamıştı. Bir adım atmak için hareketlendiginde minhyuk koluna girip çekiştirmişti. "Ama shownu.. hadiii oyun oynayacaktık söz verdinnn. " elindeki kahveleri alarak hızla kafeden uzaklaştılar onlar uzaklaşırken so hyunun kalbinde devam eden bir marş alayı vardı.

   "Ee nerde kalmıştık... şey evet geçen işte..." Ve böylece uzun bir süre sanki konuşma hiç sonlanmayacakmış gibi geçip gitmişti. Cae hyun gülerek yanlarına yaklaşırken so hyun ona iğreti bir bakış atıyordu. "Geldi yine baş belası ben derse gidiyorum yoksa çekemem." So hyun kafeden koşarak uzaklaşırken duruma anlam veremeyen cae hyundan arkasından koşarak dışarı çıkmıştı.

    Bu ikiliye gülerek başını salladı yoona. Eh tek dersi yaklaşan onlar değildi eline aldığı kitaplar ile kafeden çıkarak yürümeye başlamıştı. Sınavdan çıkan öğrenci kalabalığı üstüne doğru gelirken hepsinin kafeye gittiğini anlamıştı. Aralarından sıyrılmaya çalışırken kolu bir bedene çarptığında kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu.

   Oldugu yerde duraksayarak omzunun üzerinden geriye doğru bakmıştı. Kalabalıklar arasında kimin ona çarptığını göremiyordu. Bu tanıdık lavanta kokusu heyecanını dizginleyemez hale getirmişti onu. Meydan tekrar az da olsa boşaldığında karşıda gördüğü siyah ceketli arkası dönük çocuğa doğru koşmaya başladı.

    Saçları geriye savruluyordu. Kalbine durması için yalvarırken ayakları sanki yolları biliyormuş gibiydi. Mini ormana geldiğinde gözlerinin aradığı şeyi bulamadığını biliyordu. Dizleri heyecan karışımıyla titrerken olabildiğince çok etrafına bakıyordu. Köşede duran bir banka yavaşça oturarak elini göğsüne koydu.

    "Bu da neydi böyle tanrım?!?.." kendine gülmüştü. "Neden böyle aptalca koşturdum?" Karşıda kiraz çiçeklerinin altında yapraklar ile oynayan yavru kediyi gördü. Gülümseyerek yanına doğru yaklaştı kedinin ve kucağına aldı. "Sen neden bu kadar tatlısın ki?" Basını severken gülümsemiş ve biraz yan dönmüştü.

    O sırada fotoğraf çekme sesi geldiğinde şaşkınlıkla o tarafa baktı. Gözünden birkaç damla yaş akan çocuk bir elinde çizim defteri ile ona bakmaya devam ediyordu. Yoonanin gözünden de yaş akmaya başladığında kalbinin artık atması gereken yer olduğunu anlamıştı. Ikisi de aynı anda "Senin adın.." diyip susmuşlardı. Çünkü kader beklenmedik anda olandı..

Son cümle çok hoşuma gitti bir sonraki bölüm final olacaktır. 💖💖

    

OTHER WORLD // WONHOWhere stories live. Discover now