Çünkü hiçbir pişmanlık duygusu, Melih'in ölen dayısı Fikret Yıldırımı geri getirmiyordu. Anemin de dediği gibi. "Mezara dikilen çiçek öleni diriltmiyordu..."

Gözlerim kapalıydı ama uyumuyordum. Beynimin içinde kendimle yaptığım bu iç muhasebeye bir son vermem gerekiyordu. Ama buna anneme olan bencilce sevgim izin vermiyordu. Melih'in yaşadığı acıları hiçe saymak istiyordum. Çünkü bu benim kolayıma geliyordu. Onun baktığı pencereden bakmak istemiyordum ama yine her zamanki gibi bencillik yaparak, o benim baktığım pencereden baksın istiyordum. Daha fazla düşünmenin akıl sağlığıma bir yararı olmayacağını kanaat getirerek gözlerimi araladım. Melih'i görebilmek için yavaşça arkamı döndüğümde boş yatakla karşılaşmamla, yerimden sıçradım.

Deliye dönmüşcesine gözlerimle etrafı taradığımda, Melih'in yokluğuyla neredeyse ağladım ağlayacaktım. Odada yoktu, banyodan seste gelmiyordu. Gözlerimi tekrar yatağa çevirdiğimde, Melih'in başucundaki komodinde gümüş bir tepsi, tepsinin içinde ağzı kapaklı tabaklar ve kırmızı büyük bir elma vardı. Elmanın üzerine yapıştırılmış bir not olduğunu fark ettiğimde, yatakta dizlerimin üzerinde sürünerek komodinin yanına geldim. Elmanın üstündeki notu elime alarak okudum.

"Uyandığında sakın sahibini kaybetmiş yavru kedi gibi etrafı ayağa kaldırma Ahu! Bir işim var onu halledip geleceğim. Ben gelene kadar uslu bir kedi ol ve tepsinin içindekileri ye."

Yüzümdeki aptal sırıtışla okuduğum notu gümüş tepsinin içine bıraktım. Tepsinin içinde üç tane kapaklı tabak vardı. Elimi birine uzatıp açtığımda içinden elmalı kurabiye çıktı. Hiç vakit kaybetmeden bu kez ikinci tabağın kapağını açtım. Bunun içinde ise elmalı turta vardı. Dilimle dudaklarımı yaladıktan sonra üçüncü tabağında kapağını açtım ve içinden elmalı profiterol çıkmasıyla büyükçe yutkundum. Parlayan gözlerimi gümüş tepsiden çekerek kapının üstünde çapraz bir şekilde duran saate baktım. Saat öğlen bir buçuğu gösteriyordu. Bakışlarımı saatten çekerek yataktan indim. Koşar adımlarla banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım ve tekrar koşar adımlarla yatağa gelip oturdum. Gümüş tepsiyi kucağıma yerleştirdim. Gözlerimi en sevdiğim elmalı tatlıların üzerinde gezdirdikten sonra ilk tercihimi elmalı kurabiyeden kullanarak elimi kurabiye tabağına uzattım.

Kurabiyeden ilk lokmayı aldığımda ağzımda hıyır hıyır dağıldı ve elmanın o ekşimsi tadı damağıma yayıldı. Hızlıca çiğneyip ikinci lokmayı da aynı hızda ağzıma attım. Sonra elmalı turtadan kocaman bir lokma aldığımda tadı enfes denecek kadar mükemmeldi. Yarısını yediğim elmalı turtayı bırakarak en sona sakladığım elmalı profiterol tatlısını tabağıyla önüme çektim. Kaşığı profiterol tabağına daldırıp kocaman bir lokma aldım. Elmanın mayhoş tadı ve bitter çikolatalı sosun birleşmesi anca bu kadar güzel olabilirdi. Melih bu elmalı profiterol tatlısını nereden almışsa tadı Berna'nın yaptığından bile daha güzeldi. Hiç beklemeden ikinci kaşığı ve hemen ardından üçüncü kaşığı da aldım. Kaşığı bir kez daha tabağa daldırdığımda kapı açıldı ve bütün ihtişamıyla Melih içeriye girdi.

Melih kapının girişinde bir eli kapının kolunda bekliyordu. Üzerine oturan siyah gömleğinin üstten üç düğmesi açılmıştı. Saçları hoyratça dağılmış, kaşları alayla yukarıya kalkmıştı. Ela gözleri en koyu rengini almış, uzun kirpikleri sivri ok gibi gözlerinin etrafını sarmıştı. Kumral teni soğuktan olsa gerek daha da koyulaşmıştı. Doldun dudakları da soğuktan nasibini alarak kızarmıştı. Sakalları... Benim saçlarımın takılacağı kadar uzamıştı. Bu düşünce zihnime sızınca kıkırdamadan edemedim. Melih'te benim kıkırdamamla birlikte kapıyı kapattı. Dolgun dudaklarını yamuk bir şekilde kıvırdı. Bana doğru adım atarken, ela gözleri arsızca beni süzüyordu. Yanıma yaklaşınca bir dizini kırarak yatağa çöktü. Sıcak nefesi yüzümü yalarken fısıldadı.

BUZ YANIĞIWhere stories live. Discover now