you don't have to be strong enough to make things right

122 14 68
                                    

"Jeongguk... 2 hafta boyunca yanına gelip seninle tek bir kelime bile etmediğim ve seninle hiçbir şeyi konuşmadığım için özür dilerim." Hıçkırıklarımın arasında güçlükle söylediğimde belimde olan eli önce hafifçe kasılmış ve derin bir iç geçirmişti. Tanrı şahidim, iki yıl önce olsa gururumu ayaklar altına alıp da bunları asla söyleyemezdim ancak alttan almadığım için kaybettiğim arkadaşımı bir kere daha kaybetmeye niyetim yoktu. Şu an yaşadığım her şey acımasız bir rüyanın bir parçası da olsa her şeyin bir rüya olma olasılığı aklıma bile gelemeyeceği kadar aptal olmak istiyordum. Jeongguk'un boynundan yayılan ferah okyanus kokusunu doyasıya içime çekebileceğimi düşünmek istiyordum, kollarının beni evimde gibi hissettirdiğini ya da parmaklarımın arasındaki bu ipeksi saçların sahibinin o olduğunu düşünmek istiyordum. Başka hiçbir şeyi düşünemeyecek olma pahasına istiyordum bunları düşünmeyi. Kokusunu derince içime çekerken çatlayan sesime rağmen konuşmak için zorladım kendimi çünkü söylemem gerekiyordu, iki yıldır karşısına geçip de söylemeye yüz bulamadığım o şeyi söylemek istiyordum "Seni çok özledim."

"Tae..." Belimin etrafındaki kolları sıkılaşırken mırıldanmış ve çenesini omzuma yaslarken beni rahatlatmak istercesine kulağıma fısıldamaya başlamıştı "Sorun değil. Yemin ederim artık sorun değil, ne olur... Ne olur ağlama artık."

"Engel olamıyorum sadece." Kafamı iki yana sallarken konuşmuş ve hemen ardından saniyeler önce hıçkırarak ağlayan ben değilmişim gibi alay dolu bir kıkırtı bırakmıştım. İçinde bulunduğum durum beni dengesiz ruh hallerine sokabilirdi, gözyaşlarıma boğulmamdan yalnızca on saniye sonra gülmeye başlayabilir ya da daha da dengesizi kıkır kıkır gülerken birden kendimi ağlarken bulabilirdim üstelik ne olduğunu kendim dahil kimse çözemezdi ve aklınızdan geçecek tek şey 'Sanırım delirdi.' tarzı bir cümle olurdu. Her şey fazlasıyla trajikti çünkü en yakınım dediğim o yegane insana şu an kavuşuyordum ancak bir o kadar da komikti de çünkü 'Yine olsa yine aynı tavrımı korurdum.' dediğim olayda sırf Jeongguk'u kaybetmemek için kendimden ödün veriyordum. Öyle kahkahalarla güleceğiniz türden bir komiklik değildi bu. Hafif buruk bir havası vardı, dudaklarınıza küçük bir tebessüm yerleştirebilecek kadar canlı ancak o tebessümden daha fazlasını yerleştiremeyecek kadar da ölüydü "Seni bir an olsun bile kaybettiğimi hayal etmek dakikalarca ağlamama neden olabilir. Gözümdeki yerinin ne denli özel olduğunu görebiliyorsun öyle değil mi?"

Sertçe yutkunduğunu duymamla istemesem bile yüzündeki ifadeyi görmek için kollarımı boynundan ayırmış ve ondan uzaklaşmaya yeltenmiştim ancak bir koluyla belimi sıkarak bana engel olmuş, boşta bıraktığı eliyle de kafamı kavrayarak yüzümün omzuna yapışmasına neden olmuştu. Anlaşılan oydu ki sarılmayı uzatmak istiyordu. Şikayetçi sayılmazdım ne var ki tepkisini görmek istemiştim.

"Bunu bir daha hatırlatmana gerek yok, biliyorsun... İkimiz de birbirimiz için en özeliz." Sıcak nefesi kulağımı yalayıp geçerken bedenimden heyecanın neden olduğu bir ürperti geçmişti üstelik bunu o da fark etmişti ancak bu tepkinin sebebini kendisine yormaya tenezzül bile etmeden endişeyle mırıldanmış, elleri sırtımı sıvazlamaya başlamıştı "Üşüdün mü yoksa?"

Tepki vermemem üzerine hızla benden ayrılmış ve bu hareketi, aramızdaki garip atmosferin anında dağılmasına neden olmuştu. Kafamı hafifçe iki yana silkeleyerek kendime gelmeye çalışırken ellerim yaşlarla ıslanan yanaklarımı silmekle meşguldü, o ise bu sırada kolunu usulca omzuma atarak beni kendisine çekmiş ve bu sefer omzumun üzerindeki kolumu sıvazlamaya başlamıştı. Üzerimdeki ince gömlekten dolayı gerçekten üşüdüğümü düşünüyordu ancak kesinlikle yanılıyordu çünkü ben cayır cayır yanıyordum, onunla olan sarılmamız anlam veremediğim bir şekilde beni bu yönde etkilemiş ve belki de daha önce tatmadığım duygulara sürüklemişti beni. Kalbimi sanki maraton koşmuşum gibi hızlandırabilen, yanaklarımı birer alev topuna döndüren, midemde bir şeyleri hareket ettirebilen duygulardı bunlar. Bu duygu nice kitabın konusu olan tek bir duyguyu andırıyordu bana ve hayır, en azından şu noktada o duyguya aşk demeyecektim çünkü bir isim koymanın bu duyguyu nasıl bir kalıba sokacağını çok iyi biliyordum. Ben ise kalıplardan oldum olası nefret etmiştim, kimse siktiğimin kalıplarının çizdiği çerçeve doğrultusunda hareket etmek zorunda değildi ancak bazı şeyleri en azından delirmemek için basitleştirmeye ihtiyacımız vardı. Ben bunların hiçbirini basitleştirmek istemiyordum. Duygularımın karışıklığında boğulma ve kafamı belki de her dakika meşgul edecek düşüncelerle cebelleşme pahasına bile olsa kalıplardan olabildiğine kaçacaktım.

when the sun goes down!(¡)Where stories live. Discover now