i want to have it all but i know i can't

155 14 85
                                    

"J-Jimin... S-Saçların neden 2 yıl önce yaptığın o kırmızı renginde?"

Jimin'in bana kafası karışmış gibi bakmasına anlam veremiyordum. Geçen yıl ölen kedimin tıpkı yaşarken yaptığı gibi ayaklarımın ucuna kıvrılarak uyumasının hiçbir mantığı yoktu, Jimin yüksek lisans öğrencisiydi ve laboratuvarında sabahlardı, tıpkı eski günlerdeki gibi erkenden kalkıp bize kahvaltı hazırlamazdı.

"Tae. Bebeğim, iyi olduğuna emin misin?" Sorumu es geçerek yanaklarımdaki ellerinden bir tanesini alnıma çıkarmış ve ateşimi kontrol etmişti "Kabus mu gördün?"

"Hayır. Daha çok kabusun ortasında gibiyim." dedim mırıldanarak ve elimi saçlarıma atıp saçlarımı karıştırdım, bu yaşananların anlamsız olduğunu düşünüyordum ancak tüm bunlara getirebileceğim belki de tek açıklama da en az bu yaşananlar kadar anlamsızdı "Jimin-ah. Sana bir soru sorabilir miyim?"

"Elbette." Bakışlarındaki endişe olduğu gibi duruyordu ve gözleri durmadan yüzümü turluyordu "Seni dinliyorum."

"Hangi yıldayız?" 2023 cevabını almayı umarak sordum "Garip bir soru biliyorum ama... Sorgulama sadece olur mu?"

"Pekala... 2021 yılındayız ancak ben neler olduğunu hala anlayamıyorum. Anlatmak ister misin?"

"Ah... Kötü bir kabus yalnızca." Kafamı iki yana sallayarak konuşmuş ve kendimi geri çekerek yanaklarımdaki ellerinden kurtulmuştum. Duymayı korktuğum cevabı almama rağmen kendimden beklemeyeceğim kadar soğukkanlı bir tepki vermiştim ki bu benim için alışılmadıktı çünkü karşılıp karşılabileceğiniz en panik insan olabilirdim özellikle karşımda çözemediğim bir şey varsa. Ne var ki Jimin söylediğim şeye pek inanmış gibi durmuyordu. Birkaç dakika önceye nazaran daha sakin durmasına rağmen bakışlarında hala endişenin izleri vardı ve onu geçiştirdikçe bu izler gitmeyecekti, ev arkadaşımı iyi tanıyordum. Bu yüzden dudaklarıma rahatlatıcı olmasını umduğum bir gülümseme yerleştirip Jimin'in yanağından küçük bir öpücük çalmıştım "İyiyim ben, endişelenme artık. Gün içinde nasıl bir şey olduğunu anlatacağıma söz veriyorum ancak şimdi kahvaltımızı yapıp çıkmalıyız öyle değil mi?"

"Anlatmak zorunda olmadığını biliyorsun Tae." Kafasını rahatlamış bir tavırla salladıktan sonra ayaklanmış ve yere düşürdüğü spatulayı aldığı gibi odamdan çıkmıştı "Ama acele et biraz! Fizikokimya sınavının olduğunu söylememiş miydin?"

Fizikokimya sınavının olduğu günde miydim yani? Gözlerimin irice açılmasına engel olamazken elim komidinin başındaki telefonuma gitmiş ve tarihi kontrol etmiştim. 21 Nisan Cuma günü... Jeongguk'la ettiğimiz o ağır kavga sonucu tamamen küstüğümüz, hayatımda geçirip geçirebileceğim en kötü sınavı geçirdiğim ve gecesine hastanelik olduğum kabustan farksız o gün. Anlaşılan oydu ki gerçekten de kabusun ortasında uyanmıştım ancak olup biten hakkında hiçbir fikrim olmasa bile bu kabusu güzel bir rüyaya çevirebilmek benim elimdeydi. 

Tam olarak bu yüzden vurdumduymaz olmayı seçmiştim işte; gülümseyerek yatağımdan kalkmış, odama girmeye karar veren huysuz kedim Mia'nın kafasını okşamış ve bir saat sonra bilgisizliğimden sınavına bile çalışamadığım dersin sınavına girmeyecek gibi üzerime şık bir şeyler geçirip mutfağa gitmiştim. Jimin bendeki bu neşeye anlam verememiş olacak ki hazırladığı enfes omleti yerken bile bana kaşlarını çatarak bakmaya devam etmişti ve ben de inatla ona sorunun ne olduğunu ya da ne bileyim neden bana öyle baktığını sormuyordum bile çünkü hadi ama şu yaşadığımız yetmiş yıllık bir zaman parçasında umursamazlıktan daha güzel bir şey var mıydı? Tamam... Böyle söyleyince pek hoş durmuyor olabilir ancak bir parça da olsa haklı olduğumu kimse inkar edemezdi. 

when the sun goes down!(¡)Where stories live. Discover now