1. BÖLÜM

346 44 6
                                    


"En büyük engel sevgisizliktir."

Yıllar önce kaleme alınmıştır.

Ötekileştirilen herkese...

Efsun Nesin, doğuştan görme engelliydi ve o güne dek sürdürdüğü hayatındaki tek renk siyahtı. Dokuz yaşında okula gitmek için evden ayrıldığı bir günde, sokağa çıkmış ve üzerine doğru hızla gelen arabayı göremediğinden bacaklarının işlevini de yitirmesine sebep olan o korkunç kaza gerçekleşmişti. Yıllar boyu hareketleri özgürce değildi, aksine tekerlekli sandalyenin mahkumuydu. On sekiz yaşındaydı; oysa yaşıtları gibi istediği yere gidemiyor, özgürce koşamıyor ve hiçbir nesneyi gözleriyle algılayamıyordu. Tekerlekli sandalyesi, hiç sevmediği ama ilginç bir şekilde en iyi arkadaşı gibiydi. Umut dolu bakışları işlevsiz, hareket etmeyi her şeyden çok isteyen bacakları bir kayadan farksızdı.

Son zamanlarda Türkiye'de fırtına estiren bir alternatif rock müzik grubunun belki de en büyük hayranıydı. Saatlerini onları dinleyerek ve imkansız olduğunu çok iyi bildiği hayaller kurarak geçiriyordu. Gruptaki dört adamdan hiçbirini gözleriyle görmemişti ama sesleri karanlık dünyasını aydınlatan fenerler gibiydi.

Hiçkimse ona, "Sen onların sesine değil, görüntülerine hayransın. Sırf tiplerini beğendiğin için onları dinliyorsun." diyememişti.

Grup, ilginç sözleri ve farklı müzik türü ile insanların yoğun ilgisini kazanmıştı. Ve neredeyse her hayranları, bu acımasız cümleleri duymak zorunda kalmıştı. Oysa Efsun bu sözleri hiç duymamıştı; çünkü diğer her şey gibi, hayran olduğu bu dört adamı da göremiyordu. Sadece seslerini duyuyor ve bu da onlara tapıyor olmasına yetiyordu.

Efsun'a göre onları dinlerken sanki tüm diğer sesler yavaş yavaş sönüyor, geriye sadece şarkı kalıyordu. Özellikle Deniz Cenk Çağkan'ın büyüleyici sesi, ilaç kadar kuvvetli olmalıydı ki o ses vücudundaki her hücreyi, her duyuyu açıyordu. Deniz Cenk'in sesi en ücra, en gizli yerde bile onu buluyor, kalbine dokunuyor; görmediklerini görmesini, gitmediği yerlere gitmesini sağlıyor, kısacası karanlık dünyasını aydınlatmayı başarıyordu.

Efsun, kendisine ritüellerden oluşan çapraşıp bir ağ örmüştü ve Deniz Cenk'i de bu dünyanın içine hapsederek sadece orada yaşamaya başlamıştı. Hareketin ayaklara bağlı olmadığı, görmenin gözlerle ilgisi olmadığı bir dünyaydı bu.

En yakın arkadaşı Peri, ona sürekli adamların görüntüsünden bahsederdi. Efsun'a her birinin dış görünümünü, hareketlerini, tavırlarını anlatır; arkadaşının zihninde her şeyin canlanmasını sağlardı. Peri'nin hareketleri de tekerlekli sandalyesine bağımlıydı ama onun gözleri, en yakın arkadaşınınkiler gibi işlevini yitirmemişti.

Arkadaşına "Kıvırcık yine şebeklik yapıyor, Ef. Ah, seninki yine dövme yaptırmış!" gibi şeyler söyleyerek birden bire Efsun'un görmeyi başaran gözleri oluverirdi.

Efsun, bunları gülerek dinler ve yeniden zihninde onları canlandırmaya çalışırdı. Peri sayesinde, grubun her hayranı gibi, adamların tüm kliplerindeki hareketlerini ezbere biliyordu. Röportajlarındaki, katıldıkları TV programlarındaki söyledikleri her kelimeyi kısacası onlarla ilgili olan her şeyi takip ediyordu. Çünkü hayran, hatta belki de aşık olmak bunu gerektiriyordu. Evet, bu kimilerine göre saçmaydı. Hiç görmediği birine aşık olamazdı insan. Onun gibi her genç kız, yakışıklı ve popüler bir adama hayran olabilir ve bunu da aşk sanabilirdi. Oysa Efsun için her şey o kadar farklıydı ki yanılıyor olmasına imkan yoktu. Ne fotoğraflarda görebilmişti onu, ne televizyonda, ne de canlı olarak. Sesi ise her yerdeydi, karanlık dünyasında ona yol gösteren büyüleyici bir ışıktı. Deniz Cenk'in sesi, Efsun'un soğuk ve karanlık dünyasının Tanrısal sesiydi adeta.

Bana Kalbinle BakWhere stories live. Discover now