"Demek öyle? Benim seni affettiğimden nasıl bu kadar emin oluyorsun peki?"

Yine o dudağının kenarındaki iki paralel çizgiyi çıkaran yandan gülümsemesi dudaklarındaydı. "Birincisi: Beni affetmeni gerektirecek bir şey yapmadım." Yoldan yine bir anlığına gözlerini ayırıp yüzüme bakarken yine alaycıydı. Ama bakışları bu kez yüzümde daha fazla oyalandı. "İkincisi de yüzündeki gülümseme çok şey anlatıyor!*" (*And secondly: the smile on your face speaks volumes!)

Ancak o an dakikalardır salak salak sırıttığımı fark ettim ya ben!

Kaşlarımı çatıp ciddi bir ifade takınmaya çalışırken bozuntuya vermeden dikkatle yolu izlemeye koyuldum. Az önce çevre yoluna çıkmış sanki bir amacımız varmış gibi hızlı hızlı yol alıyorduk şimdi. "Nereye gidiyoruz böyle?"

Jimmy dudaklarını büktü. "Aslında emin değilim... Nereye gitmek istersin?"

"SPA'dan koştura koştura çıkışımıza bakarak senin bir planın olduğunu sanmıştım ben."

"Tek düşünebildiğim seninle bir an evvel yalnız kalmaktı. Kavga ederek zaman kaybetmek ne kadar da saçma, değil mi?" Trafikte sıralanmış arabalara bakarken "Her saniye değerli...*" diye mırıldandı. (*Every second matters)

Ben hep bir şekilde mümkün olabildiğince 'cool' kalmaya çalışırken, o içinden geleni karizma filan düşünmeden, çekincesiz olduğu gibi söylüyordu böyle. Buna karşılık içimde eriyen her neyse yine dayanamayıp eriyor, sıcaklığı her yanımı sarıyordu.

Ben yine kallarımdan birini geçirirken o sorusunu yineledi. "Ee nereye gitmek istersin?"

"Bilmem," derken düşündüm. Ben de sadece onunla olmak istiyordum aslında. Sadece onunla. Kalabalıklar içine girme fikri bile yorucuydu başlı başına. Ve son derece gereksiz. "Belki sessiz bir yer?*" (*Maybe somewhere quiet?)

"Hmm," diyerek kafasında seçeneklerimizi değerlendirdi bir müddet. "LA'deki pek çok yer bu tanımın dışında kalıyor.*" (*That rules out a lot of places in LA)

"Belki LA dışında o zaman?*" (*Maybe a bit outside of LA then?)

"Yürüyüşe gidelim mi?" Sırıttı. "Mektubumda söz vermiştim sonuçta... *" (*Wanna go hiking? After all I promised you in my letter that we would...)

Kulağa güzel geliyordu. "Olur," dedim. Kesin salak salak sırıtmaya başlamıştım yine.

Saatine baktı. "Hala yetişebiliriz,*" derken ben 'neye?' diye soramadan ani bir dönüş yapıp çevre yolundan çıktı. "Ama önce eve bir uğramamız gerekecek!**" (*We can still make it) (**But we need to make a stop at home first!)

****

Barışmış olmamız vesilesiyle, elimizde olmayan nedenlerden ötürü evde beklenmedik ufak bir rötar yaşandı! Yürüyüş için sportif kıyafetlerimizi giymek üzere çıktığımız üst kattan nihayet tekrar aşağı inebildiğimizde planlanan programdan epey geriye düşmüştük.

En azından herkes herkesi affetmişti! Ondan emindim.

Şimdi mutfakta hızlıca sırt çantalarımızı hazırlamaya çalışıyordu Jimmy. Çok sonradan anlamıştım ki yetişmeye çalıştığımız şey gün batımıydı.

Jimmy elleri sürekli bir şeyler kesip doğrayıp çalışırken bir yandan da söyleniyordu. "Sana gerçekten gün batımını göstermek istiyorum ama görünen o ki ellerime sahip çıkamıyorum!*" (*I really wanna show you the sunset but apparently I'm having trouble keeping my hands to myself)

Bu dertten mustarip olan sadece kendisi değildi.

Çabuk çabuk sandviçlerin içine dilimlenmiş kaşarlar salamlar tıkıştırdı. "Hala zaman var gün batımı için. Şanslıysak tabii..."

Kapak Modeli 🌙Yarı Texting🌙 (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin