80●•

6K 236 16
                                    

Zamanın nasıl geçtiğini, ne yaptığımı anlamadığım bir günün sabahında güneşin doğuşuyla gözlerimi kıstım. Mumun tükenip beni karanlıkla yalnız bıraktığı zaman da bile korku yerine içimde kavrulan acıyla yüzleştiğim saatleri aralayan güneşe anlamsız baktım. Bugüne kadar güneşi sevmeyen biri olarak da son dakikalarımı ona bakarak geçirdim. Pencerenin kenarında oturmaktan vazgeçip ayaklandığımda ayağımı sürüyerek yerde duran çantama yöneldim. Artık bu evden kaçmak için yer arayan bünyem, yorgunluğu kenara kaldırıp aceleci davranacakken sakarlığım kendini gösterdiği gibi yerde duran cam vazoya ayağımı çarpmamla yere düşürmem bir oldu. Yatakta kıvrılarak uyuyan Cansu'ya gözlerimi kısarak baktığımda yüzünü buruşturup gözünü araladı. Ağzını açmadan önce çantayı hızla yerden kaldırıp sırtıma geçirdim. Hazırlandığımı gördüğünde şaşkınlığını başını sallayarak bırakıp yatakta oturur pozisyonu aldı.

"Nehir neden hazırlandın? Saat kaç?" Etrafında saate dair bir şey aramaya başladığında kapıya doğru ilerledim.

"Uyandırdığım için özür dilerim. Saati bilmiyorum ama artık gitme vaktim geldi. Kendine iyi bak." Sesimdeki can çekişmeyle gözleri büyüse de bir şey daha demesine müsaade etmeden kapıyı açıp dışarıya çıktım. Gözüm direk dün beni kilitleyen o sahnelerin yaşandığı banyoya kaydığında gözümü anlık kapayıp kapıya doğru yöneldim. Unutmak için kaçış yolunu tercih ettiğim anda ayakkabılarımı hızla giyindim.

"Nehir bekler misin? Ne olduğunu açıklamayacak mısın? Yani böyle alelacele gitmen..." Cansu soluksuz kalıp sıraladığı sorularıyla arkamda belirince ona doğru dönüp sözünü kestim.

"Acele etmeyecek kadar zamanın kayıplarını yaşadım ben Cansu. Şu an yaptığım emin ol o kayıplara dahil." Çökmüş bir suratı görmek bile ona şok yaşatmaya yeterken kurduğum cümleyi anlamadığını belli eden ifadeyle baktığında arkamı dönüp kapıya yöneldim. Açtığım gibi dışarıya çıktığımda kendimi biraz daha özgür hissettim. Cansu yalın ayakla çıkacak kadar umursamadan kolumu tutup durmamı sağladı.

"Belki yeni uyandığım için bilmiyorum. Kendimi şu an aptal gibi hissediyorum çünkü hiçbir şey anlamıyorum. Yeniden aynı soruyu soracağım için özür dilerim. Ne olduğunu açıklamayacak mısın Nehir?" Elini başına koyup kafasını zorladığını gösterdiğinde çaresiz kalan suratındaki endişeye ifadesiz baktım. Gözü boş kalan boynuma kaydığında yeni fark ettiği boşlukla gözleri büyüdü. "Kolye neden yok? Şey...siz..." Kelimeleri bile bir araya getiremeyecek kadar afalladığında başımla onayladım.

"Evet açıklamaya ihtiyacın kalmadı. Her şey ortada. Yok olduk. Kolye gibi..." Geceden beri sadece hissiz yaş akıp durduğu gibi biri daha yanağımdan kaydığında yüzündeki ifade bu sefer şoktan üzgün ifadeye yol aldı. Diyeceklerini yutmuş şekilde baktığında daha fazla bir şey demeye ihtiyaç duymadan merdivenlerden inmeye başladım.

O anda köşeyi koşarak dönen Cankat'ı fark ettiğim de attığım adımla yerimde durdum. Giydiği atlet ter yüzünde daha çok vücuduna yapışmış kollarından akmaya devam ederken beni gördüğünde yerinde durup nefesini düzene sokmaya çalıştı. Sabah koşusu yapacak kadar keyfi yerinde diye düşünürken siyah incilerdeki yorgun bakış ve kızarıklık dün gece verdiğim söze bir tutam daha acı serpti. Başını çevirip yürümeye devam edecekken sırtımda gördüğü çantayla yeniden duraksadı. Gözleri anlık kısılsa da kendini toplaması saniye almadan Cansu'ya baktı.

"Dışarı da ne işin var?" dediğinde arkamdan gelen ayak sesiyle Cansu yanıma geldi.

"Nehir gidecekmiş." Kelimeye baskı yaptığında ona dolan gözlerime inatlaşarak döndüm. Daha çok yaklaşıp sessiz konuştu. "Aranız da ne olduğunu şu an anlatmanı beklemiyorum Nehir. Sadece buradan öylece gitmen çok zor. En yakın durak bile 5 km uzaklıkta. Taksi desen o da..." Eli omuzumu bulup açıklama yaptığında konuşamadan önüme dönmek zorunda kaldım.

Siyah İnciМесто, где живут истории. Откройте их для себя