"Çocuklar arabayı halleder." Dedi dolgun dudaklarını aralayarak.

Bakışlarımı ondan çekerek arabaya doğru döndüm. Arabanın yanında ellerini önünde bekleyen adam sanırım Arif'ti. Az önce izbe, eski fabrikada gördüğüm iri adamlardan birisi olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Arabaya yetişmek için iki adım atmamız yeterli olacaktı ama ben az önce eski fabrikada, karşılaştığım görüntü yüzünden adı Arif, olan adamın bulunduğu tarafa ilerlemeye korkuyordum. Bunu kollarının arasına beni alan Melih'te hissetmişti.

"Tamam, Arif sen gidebilirsin." Dedi. Emri alan Arif başını sallayarak Melih'i onayladı ve başı önde bir şekilde ormanın içine girdi ve gözden kayboldu. Melih, arabanın yanına beni iki adımda getirdi. Arabanın ön kapısını açarak beni oturttu. Daha sonra sürücü koltuğuna geçerek kendiside oturdu. "Kemerini tak!" diyerek kendi kemerini takıyordu. Dediğini yaptım. Arabanın motoru çalışınca bulunduğum cam tıklatıldı. Bakışlarımı cama çevirince Tekin'le göz göze geldik.

Karşılaşmaya korktuğum mavi gözler, direk kahve gözlerime odaklanmıştı. Tam da tahmin ettiğim gibi Tekin'in gözleri beni rahatlatan bir mavi değildi. Daha çok vahşet sonrası yakalanan bir katilin gözlerinde büründüğü duygu vardı. Mavisi sönmüş, irisleri griye dönmüştü. Bakışlarımı hızlıca camdan çektim. Daha fazla bakamazdım, bununla yüzleşmek için çok erkendi benim için.

Tekin, durmadı iki elinin avuç içini var gücüyle cama vurdu. Aynı anda bir şeyler de söylüyordu ama ben hiç birini duymuyordum. Daha doğrusu duymak istemiyordum.

Melih, ani bir manevrayla aracı ormanlık alandan çıkardı ve asfalt yola girdi. Bakışlarımı dizlerimin üstünde birleştirdiğim ellerime sabitledim. Kendimi kopacak kıyamete hazırlıyordum. Bulunduğum ortamdan uzaklaşmıştım ama bunu yaparken, bana en çok zararı veren ruhumda kapanmayacak yaralar açan adama sığınmıştım. Şimdi yakıp yıkacak, kırıp dökecekti, yine ruhumu parçalara ayıracak ve parçalara ayırdığı ruhumun üstünde tepinecekti. Melih'in bana karşı öfkesini kusmasını beklerken ikimizin de sesi çıkmıyordu. Ortamda ölümün soğuk sessizliği hakimdi. Kaç dakikadır, yada kaç saattir böyle sessizce arabanın içinde ilerledik bilmiyorum.

"Uyu biraz." Diye sakince konuşan Melih'in sesi arabayı doldurdu. Şaşkınlıkla araladığım gözlerimi birden Melih'e çevirdim. Bana bağırması gerekirken, hatta ucu bucağı olamayan tehditler savurması gerekirken böyle sakince konuşması beni şaşırtmıştı. Bakışlarımı yüzünde hisseden Melih, yönünü bana çevirdi.

"N-nasıl?" şaşkınca sorduğum soruya "Ne nasıl?" diyerek soruyla cevap verdi.

"Bana kızmayacak mısın? Bağırıp çağırmayacak mısın?" diye sordum. Melih, bıkkın bir nefes vererek bakışlarını tekrar yola çevirdi.

"Sana kızmaktan bıktım Ahu. Seni defalarca ikaz etmekten bıktım." Bakışlarını iki saniyeliğine bana çevirdi ve tekrar yola döndü. "Burnunu olur olamadık her şeye sokmandan bıktım." Dedi. Sesi sakindi. Hatta öyle sakindi ki bu sesindeki sakinlik tüylerimin ürpermesine neden oldu.

Bakışlarımı tekrar ellerime sabitledim boğazımı temizledim "Be- ben" cümlemi kurmak için doğru kelimeleri seçmeye çalışıyordum. Melih, buna izin vermedi.

"Sen hiçbir şey söyleme Ahu... Sadece sus ve dediğimi yaparak uyu." Dedi itiraz kabul etmediğini sesinde belirterek.

Dediğini yaparak sustum. Başımı yan tarafımda bulunan cama yasladım. Akıp giden yolu izledim, uyumak isteyip istemediğimi bilmiyordum ama bedenim ve gözlerim uyku diye isyan ediyordu. Hiçbir şey benim tahmin ettiğim gibi olmuyordu. Karşılaşmak istemediğim şeylerle karşılaşıyor. Olmadık ortamlarda bulunuyordum. Olmaz dediğim ne varsa oluyor ve beni bataklığın derinliklerine sürüklüyordu. Aklımda fırtına misali savrulan cevapsız bir sürü soru vardı ama soruları sormaya korkuyordum.

BUZ YANIĞIحيث تعيش القصص. اكتشف الآن