TASAVVUFTA İNSAN VE İNSÂN-I KÂMİL

50 62 4
                                    

I. TASAVVUFTA İNSAN

Tasavvufî eğitimin, seyr u sülûk’ün konusu insandır. İnsan yaratılışı itibariyle Allah’ın yeryüzünde halîfesi[1] ve ahsen-i takvîm sırrına mazhardır.[2] İnsanın Allah’ın halîfesi olması, Allah’ın sıfatlarından bazı tecellîler taşımasındandır. Nitekim “Allah Teâlâ Âdem’i kendi sûretinde yarattı”[3] hadîsiyle “Ben Âdem’in yaratılışını tamamladığımda ona ruhumdan üfürdüm”[4] âyeti, insandaki ilâhî ve rabbâni tarafa işaret etmektedir. “Ruh Rabbımın emrindendir”[5] âyeti de ruhtaki imâret, idâre ve otorite özelliğini ifâde ettiğinden, insanın “hilâfet” sıfatının bu emr ve dolayısıyla rûhla alâkalı olduğunu göstermektedir.

İnsanın “ahsen-i takvim” üzere yaratılmış olması, maddî ve manevî olarak en güzel kıvamda olması demektir. Maddî ve mânevî güzellik, gerek fizîkî ve cismânî bakımdan, gerek ahlâk ve mânevîyat itibariyle rûhânî bakımdan, insanın güzel bir kıvâma erebilecek bir biçimde yaratılmasıdır.

İnsan, âlemlerin sûretlerini şahsında toplayarak zıdları birleştirmekle evrenin (makro kosmoz) muhtasar bir numunesi (mikro kosmoz) olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim insanın zıdları birleştiren ve âlemi içinde barındıran özelliğine Hz. Ali şöyle işaret eder:

İlâcın sendedir de farkında olmazsın

Sanırsın ki sen sade küçük bir cisimsin

Derdin de sendendir fakat ki bilmezsin

Halbuki sende durulmuş en büyük âlem.

Mutasavvıflar insanı “nüsha-i kübrâ” ve “zübde-i âlem” olarak görmüşlerdir. Nitekim Şeyh Gâlip de şöyle der:

Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen

Merdûm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

Mutasavvıflara göre, insanın bedeni arz, kemikleri dağ, ilikleri maden, iç boşluğu deniz, bağırsakları ırmak, içyağı batak, damarları akarsular, üns duygusu ümran ve medeniyet, vahşet duygusu harâbe, teneffüsü rüzgârların esmesi, söz söylemesi de gök gürültüsüne benzer.

İnsanın güzelliği ve ahsen-i takvîm sırrına mazhar bulunuşu bu âlemin özü mesâbesinde oluşundandır. “Ahsen-i takvim” sûret ve maddede değil, “hüsn” denilen mânâyı kavramadadır. Hüsn duygusundan hareketle, güzeller güzeli “Ahsenü’l-hâlikîn”ı anlamada, O’nun hüsn-i mutlakla sıfât-i kemâlini tanıyıp O’nun ahlâkıyla ayaklanmadadır. İnsan doğuştan bu kıvamda, bu kabiliyettedir. Yoksa insan dış organları açısından mükemmel değildir. Nitekim güç ve kuvvette fil, aslan ve kaplan gibi hayvanlar, insandan çok ilerdedir. İşitmede gece kelebeği denilen yarasa son derece mükemmeldir. Keza koku almada kene bütün hayvanlardan ve dolayısıyla insandan öndedir. Aslında her varlığın en mükemmeli temsil ettiği bir alan vardır. O halde insan en mükemmel bir hayvan değildir. Fakat o en mükerrem yaratıktır. Çünkü “Biz insanoğlunu en mükerrem sûrette yarattık.”[6] buyurulur. Mükerremlik sıfatı, cismânî ve rûhânî olmak üzere iki kısımdır. Cismânî olanı mümine de, kâfire de şâmildir. Rûhânî olanı ise az çok Cenâb-ı Hakk’ın ikrâm ettiği nübüvvete ve risâlete, İslâm ve hidâyete mazhar olan peygamberlere ve mümin kullara hastır.

İnsanın bir maddesi, bir mânâsı, bir cesedi ve bir de rûhu vardır. Filozoflar, insanı konuşan hayvan (hayvan-ı nâtık), mutasavvıflar da hayvan-ı âşık olarak görürler.

Kur’an, mutlak ifadelerle insanı, daima zayıf ve Allah’a muhtaç;[7] topraktan yaratılmış,[8] bir ümmet iken ihtilâfa düşüp dağılan,[9] çok aceleci,[10] isyâna mütemâyil ve mağrûr,[11] şımarık ve nankör,[12] bazen câhil ve zâlim gibi sıfatlarla anmıştır.

TASAVVUF VE TARİKAT NEDİR?Où les histoires vivent. Découvrez maintenant