Dokuzuncu Bölüm

Start from the beginning
                                    

                Otel (C) fiatıyla, çeşitli masraflarıyla artık kendisine ağır gelmeye başlamıştı.

                Vay, demek oluyor ki, aklını başına almaya başladı ha!

                Evet, çünkü para ile akıl bir yerde pek bulunmazmış. Bu hükmün en büyük delili de Felatun Beyin hayatında görülmekteydi. Yaşadığı lüksten sonra servetinin dörtte üçünü kaybetmiş, kaybettiği kadar da akıllanmış olduğundan, güyâ artık daha az masrafla yaşamak için Büyükdere'de bir ev kiralamış, sevgilisini de oraya taşımıştı.

                Biz şimdilik İngiliz kızlarına bakalım, İngiliz kızlarına. Çünkü onların hali zihnimizi meşgul etmeye başladı. Bîçare büyük kız Can bir hastalığa tutuldu. Bu hastalık nedir kimseler bilmez. Başlangıcı bir iç sıkıntısı oldu. Kızcağız bir yerde oturamaz oldu. O kadar sevdiği ve elinden düşürmediği Türkçe kitaplar da zevk vermez olmuştu. Babası annesi doktorların tavsiyesiyle kırlara götürüp dolaştırsalar da fayda vermedi. Seni, nereye istersen oraya götürelim deseler, siz bilirsiniz deyip geçiştirirdi. Babası kıra değil cennete götürse eğlendiremediğini görürdü.

                Böyle bir hastalığa tutulan ne olur bilirsiniz ya? Günden güne sararır, solar, zayıflar. İşte Can da böyle oldu. Felatun Beyin demiş olduğu gibi, o havuç gibi pancar gibi İngiliz kızı ayva gibi sararmış solmuş, dudakları dertli koyunların ak ciğerleri gibi olmuştu. O masmavi gözler çukurlaşıp köhne firuzeye dönmüştü.

                Kızcağızın bu durumuna Rakım da acır, önüne gelen en iyi doktorlara danışırdı. Doktorlar duruma açıklık getiren Rakım'a "Zararı yok geçer!" deyip başka bir şey söylemezlerdi.

                Bir ara Türkçe derslerini de bıraktılar. Kızı Kadıköy'ünde bulunan dostlarının yanına hava değişimi için gönderdiler. Fakat kızcağızın can sıkıntısı orada bir kat daha arttı. Kardeşine bir mektup yazıp Türkçe şiir mecmuasını göndermesini, Rakım Beyin de arada sırada kendisini ziyaret etmesini rica etti. Kız, kardeşine mecmuayı göndermiş, diğer arzusunu da babasına bildirmişti. Hiç, dünyada Can'ı memnun edecek bir şey olur da babası onu kızından esirger mi? Ziklas, derhal Rakım'a adam gönderip akşam alel acele evinde olmasını sağladı.

                Ziklas: Canım Rakım Efendi, sizden bir şey rica edeceğim. Bizim Can diyor ki, siz arada bir kendisini ziyaret ederseniz memnun olacakmış. Bu hizmet sizi kendi görevinizden alıkoyacak olursa, korkmayınız ben her şeye kefilim.

                Rakım: Estağfirullah Mister Ziklas, menfaati bu gibi durumlarda ön plana çıkarmak Avrupalılarda varsa bile biz Osmanlılarda yoktur. Baş üstüne yarın giderim.

                Ziklas: Bu akşam gitseniz. Gerçi vapurlar yoktur ya, bir kayık tutarsınız.

                Rakım: Gece vakti nasıl olur ya, hem ev sahiplerine rahatsızlık vermiş olurum.

                Ziklas: Of, evet öyle! Şu kızcağıza bir yüreğim acıyor ki.

                Rakım: Kimin yüreği acımıyor ki?

                Rakım kendisini ertesi sabah Kadıköy'ünde buldu. Can hocasını görünce biraz güler yüz gösterdi. Bu durum ev halkını sevindirmiş, bu iyi haberi hemen ailesine yazmışlardı. Ah babalık, ah annelik! Hepsi hemen oraya damladılar. Zira Can'ın güler yüzü kendileri için büyük bir nimetti.

                Margrit kardeşinin elinde Hafız Divanı'nı gördü. Can, annesini ve babasını görünce daha da rahatlamış, bunu fark eden ailesi daha çok sevinmişti. Akşama kadar beraber oturmuşlar, Can'ın eve dönmek arzusunu iyi bir gelişme kabul etmiş ve hep birlikte eve dönmüşlerdi.

Felatun Bey ile Rakım EfendiWhere stories live. Discover now