7' İki Dudağın Arasındaki Yaşam

8.1K 776 266
                                    

Bazı zamanlar olur ki, içine düştüğünüz tereddüt sizi yiyip bitirir. Nereden tutsanız kopacakmış gibi gelir bir şeyler. Bir de üstüne zaten kötü bir ruh halindeyseniz, patlamanız işten bile değildir. Yakınınız olmasa, neyse. Bir de sizi kendi içinizde tereddüte düşüren kişi en çok güvendiğiniz, en çok sevdiğiniz kişiyse; işte o zaman vay sizin halinize...

"Jeongguk, bir şey mi oldu?" Sıkı sıkı kapattığım gözlerimi aralayarak ekrandaki fotoğrafın gerçek olup olmadığını bir kez daha kontrol ettim ve tuttuğum nefesimi bıraktım. Ardından avucumda sıkarken parmak boğumlarımın beyazlamasına neden olan cihazı tekrar cebime koyarak önüme döndüm.

"Hayır, her şey yolunda." Son derece gerçekçi gülümsememle gözlerinin içine bakarak rol kesmeme rağmen pek inandırıcı gelmemiş olsa gerek "Emin misin?" diye sormuştu Donghyun hyung. Başımı kararlı bir biçimde aşağı yukarı salladım ve "Evet, eminim. Tatlı ister misin? Aslında sormama gerek bile yok, ben ısmarlıyorum. Bakar mısınız?" diyerek itiraz etmesine fırsat vermeden elimi kaldırıp garsona seslendim.

İkiletmeden yanımıza gelen garsona yemekten hemen sonra getirmeleri için çikolatalı pasta siparişi verdiğimde Donghyun hyung gülmüştü. Tek kaşımı kaldırarak ona doğru döndüm.

"Afedersin, kendimi tutamadım. Hırsını tatlıdan çıkaracakmış gibi sinirli görünüyordun." Aslında sipariş verirken aklımda ne pasta vardı, ne de tatlı. Sadece konunun dağılmasını ve aklımdakilerin bir an önce silinmesini istiyordum. O fotoğrafı hiç görmemiş gibi hayatıma devam etmem mümkün değil miydi?

"Lütfen, kaç ay oldu beraber çalışıyoruz, ilk defa bir yemek ısmarlamışım. Tatlı da olsun bir zahmet." Konuyu döndürmek için verdiğim üstün çabayı fark etmiş olsa gerek, sadece gülüp geçmiş ve üstelememişti.



Yemeğin geri kalanı benim için tam bir eziyetti. Boğazıma takılan her bir lokmaya rağmen kötü bir şeyler olduğunu dışarıya belli etmekten kaçınmıştım. İnsanlara sürekli neler yaşadığımı açıklamak zorundaymışım gibi sorular sorulmasını sevmiyordum. Evet, ünlüydüm ve hayatım çokça merak ediliyordu. Evliliğim nasıl gidiyor, şu galaya giderken ne giymişim, bu partide bana eşlik eden kişi kimmiş falan filan...

Ama işler yaşadığım sorunlara geldiğinde kimse bilsin istemiyordum. Hep kendi kendime halletmeye çalışırdım.

Çünkü insanların kendi aralarında benim sorunlarımı küçümsediklerini ve benim bazı şeyleri abarttığımı düşündüklerini biliyordum. O esnada yüzüme söylemiyorlardı belki ama magazin haberlerine düşen manşet yazılarını okuyamayacak kadar da kör ya da daha oyunculuk kariyerimle beraber ergenliğime yeni girdiğim dönemde yaşadığım sıkıntılara biraz değindim diye ne kadar eleştiri yediğimi hatırlayamayacak kadar bunak değildim...

Önümde kendi kendine oynayan filmden tamamen kopmuş şekilde, televizyonun ışığıyla aydınlanan karanlık odada öylece zemini izlerken her zamanki gibi koltuğun bir köşesine kıvrılmış, bundan sonrasında nasıl hareket etmem gerektiğini kafamda tartıyordum.

Kimden geldiğini bilmediğim bir mesaja güvenmek aptallık olurdu ama bir yandan da gördüğüm fotoğraf ve bizim kendi aramızda gizlediğimiz bebek sorunumuzu bilmesi aklımı çok karıştırmıştı.

Gerçekten Taehyung'u kaybetmek gibi bir ihtimalim var mıydı? Ben o olmadan yaşayamazdım ki. Hayatımdı o benim, her şeyimdi. En önemlisi de yanımda kimsenin kalmayacağına inandığım an benimle olabilecek tek kişiydi. Eğer onun da diğerleri gibi benden gidebileceği ihtimalini düşünürsem büyük bir boşluğa düşerdim.

Marriage Promise≒TaeKook [Completed]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin