²: şemsiye ve paspas

Začít od začátku
                                    

"Afedersiniz, genç hanım. Sanırım... dilim sürçtü." Jimin kapıyı ardından kapattı. Birkaç dakika burada takılabilirdi. Bayan Jefferson dünyadaki en tatlı insandı. "Güzelliğiniz belki de bir an başımı döndürdü. Saçlarınız ne kadar da güzel." İltifatlarına Bayan Jefferson kıkırdadı.

"Genç asyalı adam. Diliniz ne de tatlı. Ben Penny, Penny Silverman. Peki ya siz? Hangi ailedensiniz? Asyalı aileleri bilirim. Bir sokak aşağımızda beraber yaşarlar. Sanırım ev özlemi çekiyorlar. Ama hepsi çok saygılıdırlar. Biz varken asla kendi dillerinde konuşmazlar. Sen genç adam?"

Jimin öksürdü. Her seferinde aynı da olsa bu oyunu oynamak ona inanılmaz bir keyif veriyordu. Birkaç dakikalığına başkası olmak gibiydi. Bir başkası olabilmek.

"Jimin, güzel hanım. Bir sokak aşağınızdayım. Bay ve Bayan Kim'in yeğenleriyim. Ziyaretlerine geldim."

"Ah... Bay ve Bayan Kim? Çok fazla Kim var." Yaşlı kadın kahkaha attı. Ona her seferinde oldukça komik geliyordu. "Hepinizin soyadının aynı olması çok ilginç. Bense Silverman'ım. Bahsettiğiniz Jefferson ise bir başkası. Ama siz hepiniz ya Kim ya da Park'sınız. Bir de köşe başında oturan Lee ailesi var." Nedensizce sesini alçalttı. Sanki birileri onu duyabilir gibi gözleri etrafta dolanıyordu. "Ama ben onları pek sevmem."

Jimin kaşlarını kaldırdı. Aynı soruyu tekrar sordu.

"Öyle mi? Bir sebebi var mı?"

"Yerlere tükürüyorlar. Hangi yılda yaşıyoruz şekerim?! Nasıl hala böyle ilkel davranışlar sergileyebiliyorsun. Düpedüz arsızlık." Bayan Jefferson sinirlendiğini belli edercesine saçlarını geriye attı. "Değil mi Mary? Ah sana Mary'yi tanıştırmayı unuttum. Kapı komşum ve çok yakın arkadaşım. Her pazar şimdi yaptığımız gibi buluşur, terziye kumaş götürür ve pastanede limonata içeriz. O pastaneyi biliyor musun? Ah, yeni geldin tabi ki bilmezsin! Sahil kenarında, gazete bayiinin solunda. Bu aylarda limonatası çok güzeldir. Değil mi Mary?" Jimin bakışlarını Bayan Jefferson'dan ona Mary olarak tanıttığı şemsiyesine çevirdi.

Evet, Mary Morgan bir şemsiyeydi. Jimin için pek de garip değildi. Bayan Jefferson hala kendini bir Silverman olarak tanıtıyor, eşi merhum Bay Jefferson'dan askeriyenin önündeki yakışıklı çocuk olarak bahsediyordu. Dünyanın en tatlı kadınıydı. Sadece doksan altı yaşındaydı ve dayanılmaz eklem ağrıları bazen onu huysuzlaştırıyordu. Küçük hafıza kayıpları yaşıyor, her geçen gün doluca yaşadığı uzun hayatını biraz daha unutuyordu. Jimin en çok da bunu üzülüyordu. Hayatta hiç kimsesi kalmamıştı ve kendisi de gittiğinde artık hiç yaşamamış olacaktı. Jimin anlattığı her şeyi ondan birer hatıra olarak aklına kazıyordu.

"Bayan Silverman, geçerken çöplerinizi de bırakmamı ister misiniz? Görüyorum ki oldukça birikmiş." Bayan Jefferson dediği şeyle bakışlarını çöp kovasına yöneltti.

"Sana zahmet olmayacaksa çok mutlu olurum Jimin, şekerim." Yaşlı hanıma ve şemsiyeye selam verip elindeki çöplerle odadan çıktı.

Bugünlük işi de bitmişti. Çöpleri şuta indirip üstünü değiştirdi. Güneş çoktan batmış, sokak lambaları cadde boyunca ateşböcekleri gibi sıralanmıştı. Tatlı bir yorgunluk vardı. Jimin yine de hafta içi okuldan sonra iki saatini burada geçirmeyi seviyordu. Maaşı iyiydi. Yaptığı tek şey odalardaki akşam çöplerini çıkarmak ve onları atık dönüşüme indirmekti. Ayrıca onun bulunduğu saatlerde huzurevi bazı özel durumlar harici çoğu zaman oldukça sakindi. Bayan Jefferson gibi birçok yeni insanı tanıyarak kendinden ve yaşıtlarından ayrı nasıl başka yaşamların var olduğuna şahit oluyordu.

jesus lived in a motel room | jikookKde žijí příběhy. Začni objevovat